Zamantı’nın İzinde
Kategori: Dergi Yazıları | Mayıs 12, 2006Doğu Aladağlar Dağ Bisikleti Geçişi
4×4 Freelife Doğa ve Motor Sporları Dergisi Sayı 37
Aladağlar Türkiye’nin güneyini boydan boya kaplayan büyük Toros silsilesinin doğu tarafında, Batıda Niğde, kuzey ve doğuda Kayseri ve güneyde Adana illeri arasında yer alır. Aladağlara yaklaşım genellikle iki yönden yapılmaktadır. Batı Aladağlar ulaşım kolaylığı sebebiyle özellikle dağcılar ve kaya tırmanıcılarının rağbet ettiği bir bölgedir. Buna karşın Doğu Aladağlar sarp, engebeli ve ana yollara uzak olduğundan doğa sporcuları tarafından fazlaca ziyaret edilmemektedir. Dolayısıyla iyi bilinen bir bölge değildir. Bozulmamış vahşi doğası keşif ve macera ruhuna sahip doğa sporcularına muhteşem olanaklar sunmaktadır. Hal böyleyken, belki de Aladağlar kendi sınırlarıyla yüzleşmek isteyenlerin yeridir. Stabilize yollarının bolluğuyla büyük, zorlu tırmanışlara ve en sonunda da manzaralı, uzun ve hızlı inişlere olanak tanıyan, biz dağ bisikletçileri için cennet sayılabilecek böyle bir doğada kendimizi sınamak için Adana’dan manzaralı bir yolculukla Aladağlar’a geldik ve coşkulu Barazama Nehri’nin kıyısındaki pansiyonumuza yerleştik.
Güney Şelale – Kapuzbaşı köyü – Divrik Yayla – Barazama Köyü
11 Mayıs 2006
Sabah 07:00’de kalkıp sıkı bir kahvaltıdan sonra bisikletlerimizi monte ettik. Hazırlıklarımızı tamamlayıp Güney Şelale mevkindeki pansiyonumuzdan Kapuzbaşı köyüne doğru pedal çevirmeye başladık.
Hedefimiz Kapuzbaşı Köyü’nden Divrik Dağı’nın (2524m) batısında kalan Divrik Yayla’ya tırmanmak, buradan da var olduğu söylenen bozuk yolu bularak Barazama Köyü’ne inmekti. Önceki gün yöreyi iyi bildiğini söyleyen pansiyon sahibimizden rota tarifini almıştım. Kendisi rotanın kolay olduğunu, yolumuzu rahatlıkla bulacağımızı yineleyip durmuştu. Ancak daha Kapuzbaşı Köyü’nün içinden Divrik Yayla yoluna bağlanana kadar bile üç dört defa yolumuzu şaşırdık. Tecrübemiz bizi yanıltmamıştı. Yöre insanı bile her yolu tam olarak bilemeyebiliyordu. Bazen de iletişim yetersizliği anlatılmak istenenin yanlış algılanmasına yol açıyordu. Dolayısıyla yerellerden alınan bilgilere pek güvenilmemesi gerektiğinin farkındaydık. Keşfetmek de böyle olmalıydı zaten; bilinmeze doğru ilerliyorduk.
En sonunda Divrik Yayla yolunu bulup yavaş yavaş yükselmeye başladığımızda gölgeli Kapuzbaşı’yı geride bırakıp yakıcı güneşle başbaşa kalmıştık. Aladağlar’ın bu kesimi nemli Adana ikliminin etkisi altında olduğundan bu yükseklikte bile yanıyorduk. Bir de sıcaklılar mevsim normallerin üzerinde seyredince hava dayanılmaz bir hale geldi. Önümüzde uzunluğunu bilmediğimiz, yer yer oldukça dik ve taşlık bir yol uzanıyordu. İrtifanın da etkileriyle böyle bir arazide düşmeden bisiklete binmek müthiş bir enerji istiyordu. Bozuk satıhta sık sık dengemizi kaybediyorduk. Tekrar kalkış yapmak için düşük viteste hızlı pedal çeviriyor, nefes nefese kalıyorduk. Yolda karşılaştığımız her çeşmenin altına girip kana kana su içmemize rağmen susuzluktan hemen boğazımız kuruyordu. Durmaksızın litrelerce su içmek zorundaydık. Mataralarımıza doldurduğumuz su kısa sürede kaynıyor, içilmez oluyordu. Öte yandan tırmandıkça manzara daha da güzelleşiyordu. Her mola verdiğimizde karlı Aladağların sarp zirvelerini ve derin vadilerini seyrediyorduk. İçinde bulunduğumuz bu büyüleyici mekanda kendimizle ve sıcaklarla verdiğimiz beş saatlik zorlu mücadeleden zaferle çıkarak en sonunda yaylaya ulaştık.
Uzunca bir mola verip açlığımızı giderdikten sonra sıra günün problemine, nereden iniş yapacağımızı tespit etmeye gelmişti. Geldiğimiz yöne göre sola doğru araziden bodoslama aşağı inip, kuzey-kuzey batı istikametinde Barazama’ya ulaştığını bildiğimiz, vadi tabanından başlayan metruk bir yol bulmamız gerekiyordu. Buraya kadar her şey kulağa hoş geliyordu. Ancak sorun yolun hangi vadiden gittiğiydi. Tahminlerimize göre yol, hemen bulunduğumuz noktadan aşağıya inen vadiden gidiyor olmalıydı. Ancak yayla birbirinden uzak bir kaç ayrı düzlükten oluşuyordu. Ötede beride bu düzlüklerden bizim vadiye pararalel başka vadiler de aşağı gidiyordu. Üstelik bizi yaylaya ulaştıran yol da kuzeye doğru dümdüz devam ediyordu. Hemen altımızda yola benzer başka bir yapı daha vardı. Arazi ormanlık olduğundan aşağılarda hiç bir şey göremiyorduk. Kafamız iyice karışmıştı. Düz giden yolu takip edersek çok alakasız yerlere inip zor durumda kalabilirdik. Yaylanın uzak ucunda gördüğümüz yörükler bizi doğrulayınca nihayet muamma çözüldü: hemen altımızdaki vadi tabanına inecektik. Sık ağaçlıklı ve dik arazide hiç bir yol belirtisi yoktu. Yolu bulmak için üç kola ayrıldık. Ormanın sessizliğini İbrahim’in çağrısı bozdu: “Yolu bulduk gelin!” Denildiği gibi yola benzer bu yapı gerçekten de taşlıktı. Uzunca bir mesafe bisikletleri kayaların üzerinden taşımak zorunda kaldık. Ağaçların altından dere boyunca aşağı inen yol güneş kabusunun da sona erdiğini müjdeliyordu. Ağır ve kararlı tırmanışımızın ardından hızla aşağı inmeye başlamıştık. Yüzümüze çarpan hava bizi yeterince serinletememiş olmalıydı ki derede gördüğümüz bir havuzcuğun yanında hiç düşünmeden durduk ve soyunup suya atladık. Çay keyfinden sonra zevkli inişimize devam edip vadiyi bitirdik ve Barazama Nehri’ne [eski Yahyalı yolu] vardık. Sola dönerek biraz daha pedal bastık. Dere yatağını paralel giden yolu takip ederek yarım saatte Barazama Köy’üne vardık. Barazama, Aladağlar’ın eteğinde 1100 metre yükseklikte şirin bir köydü. Evinde konaklayacağımız genç muhtar Cumali ağabey, köy kahvesinin önünde her zamanki güler yüzüye bizi karşıladı. Köyde tanıdık eski dostlarımız da kahveye uğrayınca koyu bir sohbete daldık. Yorgunluğumuzu attıktan sonra eve gidip yerleştik.
Ertesi gün Barazama’dan eski Yahyalı yolunu takip edip arkadan (kuzeyden) dolaşarak başladığımız noktaya, Güney Şelale’ye varmak istiyorduk. Böyle bir rotanın mümkün olup olmadığını bilmediğimizden köy kahvesinde çaylarımızı içip köylülerden bilgi edinmeye karar verdik. Ne var ki, her kafadan bir ses çıkmaya başlayınca ümitsizliğe düştük. Kafamızın iyice karıştığı bir anda eski dostum “Grajör” lakaplı Ramazan* kahveye gelerek imdadımıza yetişti ve rotayı kağıda güzelce çizip kafamızdaki tüm soruları aydınlattı. Hedefimizi gerçekleştirebileceğimiz yol bağlantılarının var olduğunu öğrenince sevindik. Eğer başarabilirsek iki günde sadece kas gücüyle kocaman bir daire çizmiş olacaktık. Sabah güneşin doğuşuyla yola koyulmalıydık. Hepimiz heyecanlıydık; bakalım bu zorlu yolculukta bizi ne gibi maceralar bekliyordu.
* Grajör Ramazan, 2002’de Aladağlar’ın 3100 metre yükseklikteki Yedigöl platosunda Türkiye’nin belki de dünyanın en yüksekteki barını açtı. Başlangıçta kimse onun bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde tutunabileceğine inanmamıştı. Ancak o cesaretin ve yaratıcı zekanın neler başarabileceğini hepimize kanıtladı. Şimdi her sezon yüzlerce insan Ramazan’ın barına uğramadan geçmiyor. Ramazan’ın müşterileri bölgeye yürüyüş ve tırmanış için gelen yerli ve yabancı turistler. Ramazan her sene Haziran-Eylül ayları arasında atlara erzağını yükleyip Barazama’dan Yedigöller’e çıkıyor. Ziyaretçiler, Ramazan’ın Direktaş ve Büyük Göl manzaralı, hem de sobalı barında güneşin batışıyla kızıllığa bürünen Aladağları seyrederek günün yorgunluğunu atıyorlar.
Mesafe ve Yükseklikler
Güney Şelale (600m)-Kapuzbaşı (700m): 2 km
Kapuzbaşı-Divrik Yayla (1750m): 6 km
Divrik Yayla-Barzama (1100m): 9 km
Toplam Mesafe: 17 km
Toplam Tırmanış: 1050m
Barazama Köyü – Çamlıca Köyü – Yeşilköy- Çavdaruşağı Köyü – Güney Şelale
12 Mayıs 2006
Sabah 05:00’da hepimiz ayaktaydık. Dünkü yorucu idmandan sonra tüm kaslarım ağrıyordu. Saat 06:00’da hareket ettik. Tam köyden çıkıp Barazama’yı geçtik ki arkadan bir bağırtı geldi. İbrahim’in zinciri kopmuştu. Sabah sabah bir de zincir tamiriyle uğraşıp zaman kaybettik. Önümüzde çok uzun ve engebeli bir yol vardı. Buna karşın zamanımız kısıtlıydı. Önceki gün köye varmadan önce bağlandığımız eski Yahyalı yolunu kuzey yönünde takip ederek Çamlıca Köyü’ne oradan da Yeşilköy’e ulaşacaktık. Buradan yeni Yahyalı yoluna kavuşup sağa dönerek Zamantı Nehri boyunca Büyük Çakır köyü üzerinden Güney Şelale’ye doğru var gücümüzle pedal pasacaktık.
Bir süre tatlı bir eğimle Barazama nehrini takip eden yol yavaş yavaş doğuya yönelerek nehri arkada bıraktı ve döne döne yükselmeye başladı. Arazi de şekil değiştirerek Barazama’nın büyük ve derin bir kanyonu andıran vadisi yerini küme küme ağaçlarla bezenmiş tepeciklere bıraktı. Bu yaylalarda hayvancılıkla hayatlarını idame ettiren yörüklerin yanlarından geçerken kah haylaz çocukların muzipliklerine maruz kalıyor, kah köpekler tarafından kovalanıyorduk. Alabildiğine uzanan dağlar tepeler artık ayaklarımızın altındaydı. Yol giderek düzleşti ve aşağı inmeye başladı. 750 metrelik ilk büyük tırmanışımızı tamamlayıp Divrik dağı manzaralı geçide varmıştık (1850m). Uzaklarda Zamantı Nehri yeşil rengiyle dağların arasından kıvrıla kıvrıla akıyordu. Arkamızda ise Aladağlar tüm ihtişamıyla yükseliyordu. Etkileyici bir manzaraya sahip bu noktada uzun bir molayı haketmiştik. Doğrusu verdiğimiz emeğe deymişti.
Kasklarımızın kayışlarını sıkıladık, süspansiyonları açtık, frenleri bıraktık ve bin metrelik hızlı inişin tadını çıkartmaya başladık. Ancak bozuk satıh çok iyi konsantrasyon gerektiriyordu. Bir anlık dalgınlık istenmeyen sonuçlara yol açabilirdi. Her dönüşü, üstünden geçeceğimiz her taş parçasını, yüzeydeki her değişimi dikkatle değerlendirmek zorundaydık. Hepimiz gidonlara sıkıca tutunmuş önümüzdeki detayları adeta analiz ediyorduk. Titreşimden ellerimiz kollarımız uyuşuyordu. Bisikletle birlikte tüm vücudumuz sallanıyordu. Bir süre sonra iniş yapmaktan yorulmaya başlamıştık. Arada sırada durup rotayı tartışıyorduk. Aşağılarda inişin bitiminde görünen köy Çamlıca olmalıydı. Köyün arkasından zikzaklar çizerek tırmanan bir yol dağların arasında kayboluyordu. Yolun ilerisinde bir köy daha gözüküyordu. Bu köy Delialiuşağı mı yoksa Yeşilköy müydü. Üstelik zikzaklı yolun solunda ve sağında başka yollar da vardı. Hangi yol nereye gidiyordu. Bu köylerden sonra ana yola ne kadar mesafe kalacaktı. Kafamızı bu sorular sürekli kurcalarken “kaybolmak” düşüncesini aklımıza bile getirmemeye çalışıyorduk. Issızlığın ortasında emin olduğumuz tek şey bir başka zorlu tırmanışın bizi beklediğiydi. Bazen başaramayacağımızı düşünüp ümitsizliğe düşüyorduk. Neyse ki arkaşımız Ramazan çok gezdiğinden bölgeyi iyi tanıyordu. Çiziminde bize tarif ettiği noktalarla teker teker karşılaştıkça doğru yolda olduğumuzu anlayıp rahatlıyorduk.
Çamlıca’da yana yakıla rota soracak birini aramaya başladık. Aksi gibi köy sanki terkedilmişti. O esnada camda gördüğümüz bir bayan herkesin cuma namazına gittiğini söyledi. Zamanlamamız harikaydı. Köyün yanında, Zamantı üzerine kurulu elektrik santraline gittik. Yanımıza gelen santral bekçisi rota hakkında sorularımızı cevaplayıp bizi aydınlattı. Zamantı’da yüzüp serinledikten sonra önceden gördüğümüz zikzaklı yokuşa vurduk. Sıcaklarla mücadele ederek 450 metrelik tırmanışı tamamlayıp geçitten Delialiuşağı olduğunu öğrendiğimiz köyü seyre başladık. Aşağıda asfalt yol siyah rengiyle kendini belli ediyordu. Uzun ve zevkli bir başka inişle önce Yeşilköy’e ardından da nihayet yeni Yahyalı yoluna yani asfalta ulaşmıştık. Bunca bozuk yoldan sonra fazlasıyla lüks gelen asfalt bizim için bir anlamda uygarlığa dönüştü. Bu noktadan sağa dönüp Zamantı boyunca devam edecektik. Bir anda yavaşlayınca havanın sıcağını da şiddetle yüzümüzde hissettik. Hemen ileride bulduğumuz çeşmenin başında her zamanki gibi izdiham yaşandı. Bisiklet bilgisayarımız buraya kadar katettiğimiz mesafenin 50 km olduğunu gösteriyordu. Hepimiz sevinçliydik. Yolun büyük bölümü bitmiş, hedefimize yaklaşmamıza az kalmıştı. Derenin akış yönünde hareket edeceğimizden rotanın geri kalan kısmının da genellikle iniş olması gerekiyordu. Yani artık herşey çantada keklikti. Ya da biz öyle sanıyorduk!
Yolda sonsuz sayıda iniş ve çıkış vardı. Bazı yokuşlar kısa olduğundan pedal çevirmeden geçiyorduk. Ama bazıları çok inatçı ve dik oluyordu. Her yokuşta bunun son olmasını ümit ediyordum çünkü dizlerim artık müthiş acı vermeye başlamıştı. Bazen acıya dayanamayıp bisikletimi itmek zorunda kalıyordum. Bir süre sonra hedefimiz sabrımızın sınırlarını zorlayan bir tür nefis terbiyesine dönüşmüştü. Açlıktan kan şekerimiz düşmüştü ve ellerimiz titriyordu. Çavdaruşağı Köyü yakınlarında kendisini halk ozanı olarak tanıtan Cuma abimizin mekanında durup yemek molası vermeye karar verdik. Tıka basa yemek yedikten sonra odun ateşinde pişmiş çayın tadına bakarken abimizin çaldığı saz ezgileri hepimizi mayıştırdı. Neyseki kendimize gelerek fazlaca gevşediğimizi farkettik; geç kalıyorduk!
İyi kondisyonlu bir tur bisikletçisi düzgün yolda 150 kmlik bir mesafeyi rahatlıkla katedebilir. Ancak sıcaklar, rampalar ve bozuk yollar kat kat daha fazla enerji harcamamıza neden olup bizi tüketmişti. Durup kendime bir baktım. Üstüm başım çamur içindeydi. Ayakkabılarım tozdan görünmüyordu. Kollarım terden ıslanmıştı. Tüm vücudum yapış yapış olmuştu. Hepsinden beteri yorgunluktan düşüp bayılmak üzereydim. Ama yine de yaptığım işi seviyordum! Tam böyle bir anda Gidi yanıma gelip yanımızdan geçen ilk araçla pansiyona gidip minibüslerimizi getirmem için bana neredeyse yalvardı. Başarabileceğimizi söyleyip onu ikna etmeye çalıştım. Güney Şelale’ye varmayı herkesten çok ben istiyordum. Öylece bir şey söylemeden bisikletine bindi. İkna olmuş gibiydi. Ancak bunun uzun sürmeyeceği de kesindi.
Altimetre ile karşılaştırdığımızda Büyük Çakır’dan önce karşımıza 230 metrelik bir rampanın çıkacığını biliyorduk. Bir süre sonra yol bir köprüyle nehrin solundan sağına geçti ve rampa göründü. Biraz sonra Gidi tekrar yanıma geldi ve gözlerimin içine bakmaya başladı. Ben de onlara baktım. Çoktan yenilgiyi kabul etmişlerdi. Malesef onlarla birlikte ben de yenilgiyi kabul etmek zorundaydım. “Tamam! Dedim” “İlk geçen minibüse binip arabalarımızı getireceğim”. “Ama saat geç oldu, bir araba daha geçeceği kesin değil. Bu yüzden yine de devam etmeliyiz” diye ekledim. Söylediklerim mantıklı gelmiş olmalı ki herkes sessizce bisikletlerine geri döndü. Ben de yavaş yavaş rampayı tırmanmaya başladım. Suyum bitmişti ama herşey çok iyi gidiyordu. Başaracağımdan emindim. Ekibimizin sıkı elemanları Miro, Amir ve İshak yanımdan geçip gözden kayboldular. Doğrusu rotayı tamamlayabilmek için başka araba geçmesin diye içimden dua ediyordum. Ancak biraz sonra uzaklardan bir araç sesi duyuldu. Büyük Çakır’a giden son araba tozu dumana katarak yanımızdan geçerken isteksiz olarak elimi kaldırıp durdurdum. Elemanlar sevinç içinde dere kenarına gidip beni bekleyeceklerini söylediler. Yol bilgisayarımız 68 km olduğunu gösteriyordu. Bisikletimi minibüse yükleyip yola çıktık. Miro, Amir ve İshak rampada var güçleriyle devam ediyorlardı. Yanlarından geçerken arabadan sarkıp tezahürat yaptım. Biraz sonra Güney şelalede araçtan inerken hızla yanıma geleceklerdi. El sıkışıp birbirimizi tebrik ettik; iyi bir iş çıkardığımız konusunda hemfikirdik. Nehirde bizi bekleyen diğer arkadaşlarımızı da pansiyona getirdikten sonra yorgunluktan olduğumuz yere yığıldık. Güneş batarken, anılarımızın yüzümüzde yarattığı tebessümle tabiatın güzelliğine dalıp gitmiştik.
Mesafe ve Yükseklikler
Barazama (1100m)-Geçit 1 (1850m): 25 km
Geçit 1-Çamlıca (950m): 9 km
Çamlıca-Geçit 2 (1350m): 7 km
Geçit 2-Yeşilköy (950m): 7 km
Yeşilköy-Zamantı Nehri (850m): 2 km
Zamantı-Köprü (620m): 15 km
Köprü-Büyük Çakır (850m): 3 km
Büyükçakır-Güney Şelale (600m): 5 km
Toplam Mesafe: 73 km
Toplam Tırmanış: 1500m
Not: Mesafe ve yükseklikler sadece bilgi amaçlı olup yaklaşık değerlerdir.