Buzaltında on dakika. Günler süren hazırlık ve emek sonucu yaşanan sadece on dakikalık heyecanlı bir dalış süreci…
Sanırım bu durum dalgıçlığın ne kadar zahmetli bir spor olduğunu kanıtlar niteliktedir. Ben de o kısa ama tarif edilmez keyifin” tutkunlarından biriyim.
-Haber:
“Ankara’da son yılların en şiddetli kışı yaşanıyor. Eymir Gölü dondu!”
“Toparlanın! Buzaltı dalışına gidiyoruz.”
Çalışmalar Odtü’de, neredeyse toplantılarımızın tamamına ev sahipliği yapan nam-ı diğer fahri SAT odamız EA-312 numaralı sınıfta başladı. Yapılacak işler belirlendi, güvenlik şeması çizildi ve buna göre görev dağılımları ayarlandı. Gerekli malzemeler toparlandı, emniyet sistemleri bir araya getirildi ve büyük güne dinç başlamak üzere derin bir uykuya dalındı.
13 Ocak 2002 (Büyük Gün)
Sabahın 05:00’inde yatağımdan kalktım. Saat 06:00’da iki araba şehirde buluşup canım Eymir gölümüze doğru yola çıktık. Hava çok soğuktu ama gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. Gölün girişinde durup telefonla bizi uyaran Okan’ın gelmesini bekledik. Çok geçmeden uzakta göründü. Tam girişte buzlu, keskin bir viraj, Okan’ın ödünç arabasının tekerlekleri de “kabak” olduğundan yolun üzerinde çeşitli noktalarda dağıldık. Araç çok yavaş da olsa viraja girer girmez fizik kanunlarını ispatlarcasına kayarak savrulmaya başladı. Bedenimizi adeta siper edip arabayı yavaşlattık. “Hooop !! Tamamdır, durdu!” Bir de bunun dönüşü vardı tabii.
Herkes oradaydı, hazırdı, hevesliydi ama bir sorun çıktı: bizi içeriye almıyorlardı! Dalış yapamazmışız, iznimiz yokmuş, içeride yol buzluymuş, gidemezmişiz, arabaların Odtü çıkartması yokmuş vs. vs. Yarım saat kadar süren konuşmalardan sonra iki-üç kişi danışmada kaldı ve iki araba içeriye girdik. Dalış yapacağımız yer olan Kayıkhane’ye vardığımızda yanımıza bir görevli gelip üniversiteden telefon geldiğini, kesinlikle dalış yapılmasına izin verilmeyeceğini söyledi. Bu hiç de hesapta olmayan şaşırtıcı haber karşısında “acaba haber vermeseydik daha mı kolay olurdu?” diye düşünmeden edemedik. Görevliler elektrikli ısıtıcı ve çaydanlıklı kulubelerinde kışı geçirmeye çabalarken bizi de farketmezlerdi herhalde. Saat 10:00’a kadar hiç bir şey yapmadan izin çıkmasını bekledik. Akademik danışmanlarımızın görüşmeleri sonucu izin alındı.
Güneş gökyüzünde parlamaya başlamıştı. Kardan gelen yansımalar bizi hem ısıtıyor, hem de gözlerimizi kamaştırıyordu. Biraz sonra dalgıçlarımızdan Okan ve Volkan da geldiler ve hazırlıklar başladı. Kıyı güvenlik ekibi olarak Emre ile birlikte kayık iskelesine gittik. Dalışın yapılacağı ve emniyet sistemlerinin kurulacağı yerleri belirledik. Kazara buz kırılırsa batmamak için üzerimize yüzerlik denge yeleklerimizi giydik ve nefesimizle şişirdik. Ben her yer donuk ve birbirine benzediğinden “acaba su nerede başlıyor” diye kendi kendime sorarken, Emre “şu an gölün üzerindesin abi” dedi. Her zaman su olarak gördüğümüz bir yere ayak basmak bana çok ilginç geldi. Yaklaşık yarım saatlik bir çalışmayla tüm düğümleri atıp bağlantıları yapmıştık. Toplulukta çok az sayıda karabinamız olduğundan mümkün olduğunca düğüm kullanmak zorunda kaldık. İskeleden elli metre uzunluğunaki statik mağara ipimizi dalışın yapılacağı noktaya kadar iki koldan uzatarak bir güvenlik halkası oluşturduk. İp emniyetine prüsik düğümüyle ya da belli noktalarda sabitlediğimiz karabinalardan girilecekti. Prüsik ip üzerinde kaydırılarak güvenli bir şekilde ileri geri hareket etmek mümkün olacaktı. Herhangi bir noktada buz kırılıp suya düşen olursa kara ekibi tarafından ipler aracılığıyla rahatlıkla iskeleye çekilebilecekti. Aralıklarla yerleştirdiğimiz şamandıralar da ipin suya gömülmelerini engelleyecekti.
Bu hazırlıkların arkasından sıra en kolay (!) işe, buzu kırmaya geldi. Yapmamız gereken buz üzerinde iki metrelik eşkenar bir üçgen delik açmaktı. Bu görevle sorumlu olan Yalın, Avşar ve Hasan arkadaşlarımız dalış kıyafetlerini ve yüzerlik denge yeleklerini giyerek sırayla buzu kırmaya başladılar. Malesef birkaç aksilik sonucu buzu kırmak için keserden başka bir alet temin edememiştik. Ayrıca dalış bölgesinde buzun çatlaması ihtimaliyle sadece bir kişi çalışıyordu. Uzunca bir uğraştan sonra Avşar, “bu iş böyle olmayacak!” dedi. Bu koşturmaca sırasında bir görünüp bir kaybolan Okan elinde bir kazma, bir balta ve bir de kürekle belirdi. Buzun da aslında çok kalın olduğu anlaşılınca daha fazla yardımcı dalgıcın buz kırmada çalışabilmesini mümkün kıldı. Başta ümitsizliğe düştüğümüz görevimizde başarıya ulaşmak üzereydik. İki ufak sorun hariç: önce baltanın ucu ilginç bir şekilde suya düştü, arkasından da üçgenden dışarıya çıkarmaya çalıştığımız kocaman bir buz kütlesi yanlışlıkla (!) tabakanın altına kaçtı ve ortadan kayboldu. Oldukça sürtünmesiz bir ortamda herhalde gölün öbür ucuna kadar hızla gitmiştir.
En sonunda üçgen deliğimiz hazırdı. Ona bir sanat eseri yaratmanın verdiği gururla bakıyorduk. Bu sırada dalgıçlarımız da malzemelerini kuşanmaya başlamışlardı. Kısa sürecek bir dalış (buzlu suda daha uzun dalışlar ciğerleri dondurma riski taşıyor) uzun hazırlıklar gerektirten detaylar içeriyordu. Soğuk suda çok çabuk tükenen hava 2 x 10 lt tüp gerektirdi. Tüpleri bir arada tutan kelepçeler ve sırtlık, kanat tipi yüzerlik denge yeleği, kuru elbise, kask (kafamızı buza çarpmayalım, malum bir de buz kütlemiz var), kasklara sabitlenmiş iki adet beşer watt gücünde halojen lambalı dalış feneri, açıkta kalıp suya temas edecek yüze tatbik edilen vazelin krem, her tüpe buzlu suda donmadan çalışabilen özel kuru yalıtımlı birinci kademe, sualtında daha kolay dalış eşi takibi için tüplere takılan siyalüm çubuklar, pusula, derinlik saati, dalış bilgisayarı, sıfır görüşlü sualtında dalgıçların yönlerini bulmaları ve üçgen deliğe dönebilmeleri için hayati öneme sahip yüzeyden beslenecek klavuz ip, herhangi bir kazaya karşı hazır bekleyen ekipmanlı yedek dalgıç ve daha nice ayrıntı.
Meraklı bakışlar, sorular, tebrik edenler…Dalışımız bu kadar orijinal malzemeyi hayatında ilk defa gören göl ziyaretçilerine de çok ilginç gelmeye başlamıştı. Doğal olarak günün ilgi odağı olmuştuk. Biz ip emniyetine girmeden buzun üzerinde adım atmazken ta uzaklarda onlarca insan bir oraya bir buraya yürüyerek donmuş gölün keyfini çıkartıyordu.
Hızlı hazırlanan Okan, tüpünü taşıyan Avşar ile gelip üçgenin kenarına ilk oturan dalgıç oldu. Avşar tüpleri bir arada tutan sırtlığı giymesine yardım ettikten sonra Okan seri bir şekilde kaskını, ağırlıklarını, maskesini ve paletlerini kuşanıp suya girdi. Kafasını şöyle bir suya soktu ve “sıfır görüş” dedi. Yüzeyden sürekli gergin tuttuğumuz klavuz ipe bağlanıp gözden kayboldu. Meğer buzun altında diğerlerinin gelmesini bekliyormuş. Bu esnada iki yüz barlık tüpteki havanın tam kırk barını bitirmiş. Soğuk su ortamı havanın çok hızlı tükenmesine yol açıyor. Çok geçmeden Volkan ve Güzden de suya girdiler ve dalış başladı. Dalgıçlarla aramızdaki tek iletişim klavuz ipiydi. Ekip buzaltında ilerledikçe ip vererek hattı gergin tutuyorduk. Derken ip boşalmaya başladı, belli ki dönüşe geçmişlerdi. Az sonra Okan’ın kafası suda belirdi, diğerleri de sudan çıktılar, bu sırada Okan tekrar gözden kayboldu, döndüğünde elinde bizim balta ucu vardı. Şaşkınlık içinde “Abi nasıl buldun?” deyiverdik. “Bulurum ben! Özel yöntemlerim var!” diye cevap verdi. Balta ucu kaybolduğundan beri “Ne olacak benim baltam?” diye başımızın etini yiyen amcamız da böylelikle rahatlamış oldu.
Sudan çıkar çıkmaz dalış hikayeleri de başladı: üçgenin altında suyun derinliğini yaklaşık on metre olarak ölçmüşler, tam buz tabakasının altından ilerlemişler, ayaklarımızı görebiliyorlarmış, gün ışığıyla ışıldayan buzun altında yolunu bulmaya çalışan hava kabarcıkları muhteşemmiş, dipte göz gözü görmüyormuş, soğuk suyu da pek hissetmemişler; kuru elbise işe yaramış demek ki. Bizim buz kütlesini de ne duyan var ne gören.
Dalındı, edildi iyi güzel ama bir de ortalığı toplaması var. Günün son ışıkları eşliğinde onca malzemeyi araçlara yerleştirdikten sonra açlığımızı giderip birer bira içmeyi fazlasıyla haketmiştik. Doğrusu çok başarılı bir ekip çalışması ortaya koyarak önemli bir dalışa imza atmıştık. Birbirimizi tebrik ettikten sonra yorgun ama gururlu bedenlerimizle evlere dağılma vakti gelmişti.
Daha nice dalışlara…
Tolga Kanık
ODTÜ SAT 394
EKİP
Dalgıçlar: Okan Taktak, Volkan Evrin, Güzden Varinlioğlu
Yardımcı Dalgıçlar: Yalın Baştanlar, Hasan Doğu, Avşar Yavaş
Kıyı Güvenlik: Tolga Kanık, Emre Kolaç
Teknik Destek: Korhan Özkan, Hasan Mutlu
Fotoğraf: Murat Tuğrul, Kerem Özsoy
Görüntü: Koray Küçük
İdari Destek: Prof. Dr. Attila Özgit, Prof. Dr. Ahmet Cevdet Yalçıner
Bu yazı Eymir Gölü için güzel bir belge niteliğinde olmuş. Paylaşım için teşekkürler.
Buzun altındayken yapmak istediğim şey derinlere inmek değildi! Sadece buzun yüzeyinin tersinden bakmaktı… Tıp kı, Big Blue filmindeki gibi. Enfes bir andı…
Güzel bir özet olmuş, teşekkürler…
Volkan Evrin