Yüksek İrtifa Fizyolojisi ve Hastalıkları

Kategori: İlkyardım | Mart 01, 2013
Yüksek İrtifa Fizyolojisi ve Hastalıkları için yorumlar kapalı

Yüksek irtifa hastalıkları bazı rahatsızlık belirtilerinden hayatı tehdit eden durumlara kadar değişiklik gösterebilir. Tüm bu sorunlar temelde irtifa arttıkça hava basıncının düşmesi sonucu kandaki oksijen derişiminin azalmasından kaynaklanmaktadır.

Yüksek irtifa yaşanan her türlü rahatsızlıkta dikkate almamız gereken üç temel ilke vardır:

a) Yüksek irtifa şartlarına her birey farklı tepki gösterecektir. Dolayısıyla tırmanış guruplarına uygulanan irtifa programlarına ekip üyelerinin tamamının uyum sağlayamayabileceği önünde bulundurulmalıdır.

b) Ciddi irtifa hastalıklarının çok basit önlemlerle engellenmesi mümkündür. Ciddi bir irtifa hastalığına yakalanan tırmanıcılar bunun ancak kendi tedbirsizliklerinin bir sonucu olduğunu bilmelidirler. Unutulmamalıdır ki, dağda herkes kendisinden sorumludur.

c) Yüksek irtifa, varolan bir rahatsızlığın daha da belirginleşmesine, iyileşmenin gecikmesine ya da zorlaşmasına açabilir. İrtifada sorun yaşayan her bireyin hastalanmasında ya da durumunun kötüleşmesinde yükseklik etkeni hesaba katılmalı ve o hastaya uygulanabilecek en iyi tedavinin doğrudan doğruya aşağı indirmek olabileceği unutulmamalıdır.

YÜKSEK İRTİFA FİZYOLOJİSİ

Oksijen akciğerdeki alveollerden (hava kesecikleri) difüzyona (yayınım) uğrar. Çünkü alveollerdeki oksijen miktarı (kısmi basıncı) kirli kandakinden daha yüksektir. Yükseklik arttıkça atmosferdeki oksijenin kısmi basıncı değişmez (%21) fakat oksijen basıncı (birim hacim hava içindeki oksijen molekülü sayısı) atmosfer basıncına doğru orantılı olarak azalır. 5500 m’ye gelindiğinde oksijen basıncı deniz seviyesindekinin yaklaşık yarısına eşittir. Everest’in zirvesinde ise bu oran üçte bire kadar düşecektir. Dünya’nın dönüşünden kaynaklanan merkezkaç etkisinden dolayı atmosfer kutuplara doğru seyrekleşir. Örneğin, aynı irtifada Kilimanjaro’ya göre daha kuzeyde bulunan Denali Dağı’nda atmosfer basıncı daha düşük olacaktır.

İnsan vücudunun ev verimli şekilde çalışması atardamarlardaki oksijen basıncı 80-90 mm Hg olduğu zaman mümkün olmaktadır. Bu basınç miktarında her bir hemoglobin yaklaşık %95 doygunlukla oksijen taşıyabilir. Yüksek irtifanın düşük oksijen basıncı, kanda da düşük oksijen basıncı anlamına gelir. 5500 m’de kandaki oksijen basıncı deniz seviyesindekinin yaklaşık yarısıdır. Hemoglobin doygunluğu ise yaklaşık %70’lere geriler. Yükseldikçe atmosferde azalan oksijen miktarı solunum hızının ve derinliğinin artmasına yol açar. Sonuç olarak kandaki karbondioksit miktarı düşer ve kan bir-iki gün boyunca bazik hale gelir. Bu süre zarfında kanın asit-baz dengesini normale döndürebilmek için böbrekler kandaki bikarbonatları idrarla dışarı atmaya zorlanacaktır. Solunumun artması kandaki oksijen basıncını da arttıracaktır fakat deniz seviyesindeki değerleri yakalayamayacaktır ve vücuttaki tüm dokular daha düşük oksijen basıncı ile işlevlerini sürdürmek zorunda kalacaktır. Buna karşın, aynı bedensel iş için irtifadaki oksijen tüketimi deniz seviyesine göre herhangi bir farklılık göstermeyecektir.

İRTİFA KADEMELERİ

Dağcılıkta çıkılan yükseklikler fizyolojik önemlerine göre üç ayrı aralığa bölünebilir.

2400 – 4300 Metreler

Dünyada 4300 m’yi aşan pek az yerleşim merkezi turistler tarafından sıklıkla ziyaret edilmektedir. Bunun sebebi pek çok yüksek irtifa hastalığının bu yüksekliklerde görülmesidir. 1500 m’nin üstündeki irtifalar hissedilir derecede fiziksel perfonmans düşüklüğüne yol açsa da 2400 m yükseklik kabaca yüksek irtifa hastalıklarının meydana gelmeye başladığı bir eşik olarak kabul edilir. Bazı olağandışı hassas bireylerde 2400 m’nin altında da akut dağ hastalığı görülmekle beraber yüksek irtifa akciğer ödemine çok nadiren rastlanır.

4300 – 5500 Metreler

Pek çok yüksek irtifa ana kampı bu aralıkta kurulmaktadır. Bu irtifalara genelde sadece yeterli tecrübeye ve aklimatizasyona sahip tırmanıcılar çıksa da And Dağları veya Himalaya’ya giden doğa yürüyüşçüleri de risk altındadırlar. Önceden uyum sağlamadan (aklimatizasyon) yapılan hızlı tırmanışlar tehlikelidir ve her çeşit yüksek irtifa hastalığının ortaya çıkmasına neden olabilir.

5500 – 8848 Metreler

Bu aralıkta tırmanış yapan dağcıların çoğu bulundukları yüksekliğe aklimatizedir, yüksek irtifaya hassas olan bireyler de kendilerini hemen belli eder. 5500 m’nin üzerinde uzun süre kalmak irtifaya uyumu ve verimi arttırmaktan çok fiziksel kondisyonda düşüşe yol açar.

YÜKSEK İRTİFADA AZALAN FİZİKSEL PERFONMANS

İrtifa yükseldikçe iyi kondisyonlu ve aklimatize bir dağcının veya koşucunun bile yapabileceği  azami iş miktarı düşer. Verim düşüklüğü doğrudan doğruya yüksek irtifa ile ilişkilidir ve yavaşlayan tırmanış hızlarıyla kanıtlanır. Yüksek irtifaya ulaşıldığı anda fiziksel verim en düşük seviyesinde olacaktır ama dereceli olarak arttırılabilmesi mümkündür. İrtifada yaşanan birkaç değişim fiziksel kapasitenin azalmasına sebep olmaktadır.

3700 m’de değişik ağırlıkta yükleri değişik tırmanış hızlarıyla taşıyabilen sherpaların bu becerisi üzerinde yapılan araştırmalarda görülmüştür ki aynı irtifada rutin olarak deniz seviyesinde yapılabilecek azami işin yalnızca %30-40’ı kadar bir yükün altına girilmelidir. Bu da 25-35 kg yükün saatte 3-3,5 km hızla taşınması anlamına gelmektedir. İş miktarı arttırıldığında kısa çalışma periyotlarından sonra bireyler tükenmeye başlamıştır. Yükseğe çıktıkça bu düşük tırmanış hızları daha da azaltılmalıdır.

AZALAN KALP DEBİSİ

Yüksek irtifada bir kaç gün geçirdikten sonra herhangi bir egzersiz esnasında dakikada pompalanan kan hacmi (kalp debisi) deniz seviyesinde olması gerekenden daha düşüktür. Ayrıca, ulaşılabilen azami kalp atım sayısı da daha düşük olacaktır.

AZALAN OKSİJEN DOYGUNLUĞU

Deniz seviyesinde yapılan azami ölçüdeki bir antrenman sırasında atardamar oksijen doygunluğu normaldir ve egzersiz akciğerlerin havadan kana oksijen transferi kapasitesiyle sınırlanmamaktadır. Fakat irtifada daha düşük olan oksijen basıncı alyuvarlardaki hemoglobinin tamamen oksijenle yüklenebilmesine engel olacaktır. Bu sebepten dolayı irtifadaki bir egzersiz sırasında kandaki oksijen derişimi azalacaktır. Bu düşüş egzersiz seviyesiyle ve yükseklikle orantılıdır. Dağcıların yüksek irtifada tırmanırken neden dinlenmek için sık sık durdukları böylece anlaşılmış olur. Egzersiz, oksijen doygunluğunu düşürürken, dinlenme de oksijen doygunluğunun tekrar yükselmesini sağlamaktadır.

SOLUMA EFORUNUN ARTMASI

Deniz seviyesindeki ağır bir egzersiz sırasında vücudun gerekli havayı akciğerlere almak ve dışarıya atmak için yaptığı iş vücut tarafından kullanılan toplam oksijenin yaklaşık yalnızca %5’ini harcar. Yüksek irtifada ise hızlı solunum ile alınan ve verilen havanın hacmi de artmakta yani solunum eforu yükselmektedir. Everest’in zirvesinde solunumun kendisi için sarf edilen oksijen o denli artacaktır ki tırmanışın ve hayati fonksiyonların devam ettirilebilmesi için geriye az bir miktar kalacaktır. Ünlü dağcılar Habler ve Messner Everest’ te zirveye 480 m kala bu durumu şöyle dile getirmişlerdir:

Artık dinlenmek için dizlerimizin üzerinde duramıyorduk. Her on-on beş adımda bir karın üstüne yığılıyor ve sonra tekrar devam etmeye çabalıyorduk.

İrtifada çok hızlı nefes alıp vermek solunum kaslarının tükenmesine, soluma gayretinin azalmasına, akciğerlere oksijen alımının düşmesine ve atardamar oksijen doygunluğunun azalmasına neden olur.

KAN HACMİNDE ANİ AZALMA

Yüksek irtifaya yapılacak hızlı yükselişler kan (ya da kan plazması) hacminde ani azalmalara neden olur çünkü, basınç değişiminden ötürü kansıvısı kılcal damarlarından dokulara ve hücrelere geçer. Dudakların ve parmakların şişmesi buna güzel bir örnektir. Azalma bir kaç hafta devam edebilir ve bireyin deniz seviyesindeki kan hacmine oranla %5-10 arası bir düşüş beklenebilir. Kayıp bireyin azami iş kapasitesi üzerinde de ciddi olumsuz etki yaratır.

UYKU HİPOKSİSİ (UYKUDA OKSİJEN YETERSİZLİĞİ)

Uyku sırasında atardamarlarda oksijen miktarının düşüşü yüksek irtifa rahatsızlıklarına ve hastalıklarına yol açan önemli sebeplerden biri olarak kabul edilmektedir. Deniz seviyesinde uykuya daldığımızda, hemoglobin oksijen doygunluğu hafifçe azalan solunum miktarı ve hızıyla birlikte bir miktar düşüş gösterir. Fakat, yüksek irtifa ortamında uyurken akciğerlerde teneffüsün azaldığı iyice belirginleşir. Ayrıca periyodik (kararsız) solunum olarak tabir edilen düzensiz nefes alıp vermeler de görülür.

Solunumu kontrolünden sorumlu olan beynimiz yüksek irtifada, özellikle de uyku sırasında, bu özelliğini yitirmeye başlar. Solunum hızı sık sık düşer ya da tamamen durur (apnea), öyle ki solunumun yeniden başlayabilmesi için kandaki karbondioksit miktarının yüksek değerlere ulaşıp oksijen miktarının iyice düşmesi gerekir. Bu sefer de tipik bir şekilde solunum kademeli olarak derinleşir ve kandaki gazları normal düzeylerine getirir ancak hemen arkasından tekrar azalmaya başlar.

Uyku hipoksisi neden pek çok insanın yüksek irtifada uykusunu alamadığının sebeplerinden biridir. Ayrıca neden baş ağrısı ve akut dağ hastalığının diğer belirtilerinin sabah saatlerinde daha yoğunlaştığını ya da neden yüksek irtifa akciğer ödeminin gece uyku sırasında daha ciddi bir hal aldığını da açıklar. Büyük olasılıkla “Acetazolamide (Diamox)” isimli ilacın akut dağ hastalığına iyi gelmesinin ana sebebi solunum hızı ve derinliğini arttırıp atardamar oksijen derişimini yükselterek uyku hipoksisini düzeltmesidir.

Deniz seviyesinde % 94-96 olan hemoglobin oksijen doygunluğu uykuda çok az düşer. 4300 m’ye gelindiğinde bu oran uyanıkken % 86’ya uykuda ise %75’e kadar inebilir. Hatta nadir durumlarda % 60’a bile gerileme ihtimali vardır. Acetazolamide uyanıkken bu gerilemeyi engelleyemeyebilir, fakat asıl etkisini uyku sırasındaki azalmayı % 82’de frenleyerek gösterir. Ayrıca ciddi düşüşleri de engeller. Uyku hapları ve yatıştırıcıların kullanımından yüksek irtifada kaçınılmalıdır çünkü derin uyku hipoksiyi arttıracaktır.

Yüksek irtifa etkinliklerinin ilk birkaç günü uyumakta zorluk çeken ya da irtifa ilintili sorunlardan şikayetçi olanlar Acetazolamide kullanmayı deneyebilirler. Bu ilaç tırmanıştan bir gün önce başlayacak şekilde günde iki defa alınmalı, yüksek irtifaya varıldıktan sonra iki ila beş gün boyunca devam edilmelidir. Eğerirtifada herhangi bir rahatsızlık beklenmiyorsa ilaca başlanmamalıdır.

Uyku hipoksisi muhtemelen günlük iş kapasitesini azaltacaktır. Bu da meşhur “yükseğe tırman, alçakta uyu” sözünün arkasında yatan düşünceye fizyolojik bir açıklama getirir. Ayrıca dağcılar düşük debili oksijen soluyarak uyumanın gün boyunca fiziksel perfonmansa olumlu katkı sağladığını belirtmektedirler.

AKLİMATİZASYON FİZYOLOJİSİ

İnsanın 5500 m’de hayatta kalabilmesi ve vücut fonksiyonlarını verimli bir şekilde yerine getirebilmesi ayrıca 8800 m’ye ilave oksijene ihtiyaç duymadan tolere edebilmesi ki bu yüksekliğe aklimatize olmadan çıkartılacak bir kişi süratle bilincini yitirip ölecektir, yüksek irtifaya uyum sağlayabilme kapasitemizi gözler önüne koyar. Vücudumuzun aklimatize olurken geçirdiği en önemli aşamalar akciğer atardamar basıncının artması, kalp debisinin yükselmesi, alyuvar sayısının artması, alyuvarların oksijen taşıma kapasitelerinin artması ve düşük oksijen basıncında normal fonksiyonlarını idame ettirme adına vücut dokularının değişime uğraması olarak sıralanabilir.

ARTAN SOLUNUM HACMİ

Nefes alma derinliğindeki ve görece daha az da olsa hızındaki artış yaklaşık 900 metrelerden sonra görülmeye başlar ve takipeden bir kaç gün boyunca sabit bir değere ulaşamayabilir. Bu değişimin bir sonucu olarak akciğerdeki alveollere daha fazla oksijen iletilerek kana karışması sağlanır. Soluma hacmindeki artış özellikle egzersiz sırasında kendini gösterir. İrtifaya henüz çıkmış bireylerin az bir iş yaparken bile daha önce hissetmedikleri bir şekilde nefesleri kesilebilir.

ARTAN AKCİĞER ARTERİ BASINCI

Yüksek irtifada azalan oksijen ve bunun gibi nedenlerden dolayı alveollerde oksijen doygunluğunun düşmesine bir tepki olarak akciğer arterlerindeki basınç yükselir. Akciğeri saran ve deniz seviyesinde dinlenme esnasında çoğu kapalı olan kılcal damarlar yüksek irtifada açılmaya zorlanırlar. Bu değişim akciğerdeki dolaşımın oksijen soğurma kapasitesini en üst seviyeye çıkartır.

ARTAN KALP DEBİSİ

Yüksek irtifadaki ilk bir kaç gün boyunca kalp tarafından pompalanan kan hacmi ister dinlenme, isterse egzsersiz sırasında, deniz seviyesindeki miktardan daha yüksektir. Bu durum dokulara taşınan oksijen miktarını arttırır. Fakat yedi-on gün sonra kalp debisi deniz seviyesindekinden de aşağılara iner. Sonuç olarak, koşmak ya da kamp yükü taşımak gibi herhangi bir işi yapabilmek için daha fazla zaman gerekecektir.

ARTAN ALYUVAR SAYISI

Yüksek irtifaya ulaştıktan kısa bir sure sonra kandaki alyuvar yoğunluğunun artması kan sıvısından dokulara su kaybedilmesinden kaynaklanır. Daha sonraları kemik iliğinde alyuvar üretimi artar ve alyuvar yoğunluğu deniz seviyesindekinden daha fazla hale gelir. Her ne kadar bu artış kanın oksijen taşıma kapasitesini arttırsa da aynı zamanda kanın yoğunluğu arttığından hem kanın akışı zorlaşacaktır hem de normalde % 45 olan kandaki alyuvar derişimi % 60’lara çıkacağından kanın pıhtışama riski artacaktır.

ARTAN OKSİJEN ULAŞTIRMA KAPASİTESİ

Kırmızı kan hücreleri DPG (2,3 difosfogliserat) enzimi içerirler. Bu enzim oksijenin hemoglobinden dokulara taşınmasına yardımcı olmaktadır. İrtifa kazandıkça DPG oranı kanda yükselir. Bu artış en azından 6100 metrelere kadar işe yarar. Daha yüksek irtifalarda ise hızlı nefes alıp verdiğimizden dolaşımdaki karbondioksit miktarının düşerek kanın oldukça alkali hale gelmesi akciğerlerden oksijen alımını kolaylaştırabilir.

VÜCUT DOKULARINDAKİ DEĞİŞİMLER

Yüksek irtifada uzun süre kalmak, özellikle kas gibi oksijen tüketen dokuların düşük oksijen basıncına rağmen normal fonksiyonlarını sürdürebilmelerini sağlayan değişimlere yol açar. Bunlar arasında kastaki kılcal damar sayısının artması, kas içinde oksijen taşıma görevini yürüten miyoglobin proteinin miktarının artması, hücre içi oksidatif enzimlerin ve bunları barındıran hücresel bir organel olan mitokondrilerin miktarının artması gösterilebilir.

Yüksek irtifaya uyum sürecinde biyokimyasal ve solunumla ilgili değişim süreci altı ila sekiz gün içersinde gerçekleşir. Bunun aksine, alyuvar miktarındaki azami artışın % 90’ına ulaşılması altı hafta sürer. Genel olarak irtifaya adaptasyon süreci on gün gibi bir zaman zarfında % 80 seviyelerine gelirken, altı hafta sonunda % 95’e kadar  tamamlanmış olur. Daha uzun aklimatizasyon süreleri irtifaya alışmada yalnızca küçük çaplı fayda sağlar ama kas gücü ve dayanıklılığının gelişmesine yardımcı olabilir.

İRTİFAYA UYUM PROGRAMLARI

Aklimatize olabilme bir başka deyişle yükseğe uyum sağlama dereceleri ve süreleri kişiden kişiye değişiklik gösterir. Aşağıda üç değişik aklimatizasyon programı örneği açıklanmıştır:

Ara Kademelendirme

3000 – 4300 metrelere çıkıp uyunmadan önce, 1800 – 2400 metreler gibi ara irtifalarda kalıp üç-dört gün boyunca aşamalı olarak egzersiz seviyesini arttırmak tırmanıcıya yeterli aklimatizasyon sağlayarak pek çok irtifa sorununu engelleyebilir. Yine 4600 – 5500 metrelere tırmanmadan önce, ikici kademe olarak 3700 – 4000 metrelerde iki-üç gün geçirmek yararlı olacaktır.

Tek Aşamalı Yükselme

3000 – 3700 metrelere hiç durmadan yükselmek ağır işlere başlamadan once üç – dört gün bu irtifada hiç bir iş yapmadan dinlenmeyi gerektirir. Böyle hızlı bir tırmanıştan sonra dağ hastalıklarına yakalanma riski yüksektir. Bu yöntem aklimatize olmak için seçilebilecek en yetersiz seçenektir. Ayrıca 1800-2400 m’de üç – dört gün geçirmekten daha hızlı da olmayacaktır.

Kademeli Yükselme

Güney Amerika’da bir kaç saatlik araba yolculuğuyla Peru sahillerinden And Dağları’nı aşan 4900 m’lik karayolu geçitlerine ulaşmak mümkündür. Himalayalar’da ise yüksek irtifalara varabilmek için sık sık günler süren uzun yürüyüşler yapmak gerekir. Böyle kademeli yükselmelerde aklimatizasyon ve fiziksel kondisyonun gelişimi sağlanabilir. 4300 m’den daha yüksek rakımlarda günlük tırmanış 150-300 m’yi geçmemelidir ve her üçüncü günde dinlenilmelidir. 4300 m ve üstüne ulaştıktan sonra hemen ana tırmanışa başlamak çılgınca olduğu kadar tehlikelidir de.

Diğer Hususlar

Dağcının uyuduğu yükseklik dağ hastalıklarına yakalanmada önemli bir rol oynar. Mesela 2400 m’den daha aşağıda uyuyan kayakçı ve tırmanıcılar 4300 m’ye irtifadan asgari seviyede etkilenerek yükselebilir. 2400 m’nin üzerinde geceyi geçirmekse özellikle akut dağ hastalığı ve yüksek irtifa akciğer ödemi gibi irtifa hastalıklarına yakalanma riskini  yakalanma riskini arttıracaktır.

Aklimatizasyon hemen hemen kazanıldığı hızda geri kaybedilir. Bu yüzden, yüksek irtifaya uyum sürekli o irtifa koşullarına maruz kalmayı gerektirir. 3000 m’nin üzerinde yapılan hafta sonu etkinlikleriyle kazanılabilecek aklimatizasyon ihmal edilecek kadar azdır. Aklimatize olmuş bir dağcı birkaç gün deniz seviyesine inip arkasından tekrar aynı yüksekliğe dönerse irtifaya uyum adına herhangi bir kayba uğramayacaktır. Fakat bu süre bir iki haftadan daha uzun olursa aklimatizasyonda ilk başlanılan noktaya geri dönülmüş olunacaktır.

Her ne kadar büyük ölçüde irtifaya uyum sağlamada edinilen bazı bilgi birikimlerinden ibaret olsa da, her sene yüksek irtifada geçirilen uzun zaman aralıklarının takip eden yıllarda da faydalar sağladığı gözlemlenmiştir. Yirmi beş yaşın altındaki bireyler akut dağ hastalığına ve yüksek irtifa akciğer ödemine yakalanmaya daha müsaittirler. Fiziksel kondisyon tırmanışı açıkça daha verimli hale getirmekle birlikte akut dağ hastalığına karşı bir korunma ve irtifaya uyum sağlamaz. Öte yandan deniz seviyesinde günlerce dik eğimlerde kamp yükü taşımak gibi ağır işlerin altından kalkamayanlar yüksek irtifada da başarılı olamaz.

Acetazolamide’tan başka aklimatizasyona yardımcı olduğu bilinen suni destek yoktur. Günde birkaç defa düşük oksijen miktarlı gaz karışımlardan solumanın herhangi bir faydası yoktur. Vitamin ya da demir hapları da işe yaramaz.

YÜKSEKLİK TOLERANSI

Everest’e oksijen kullanmadan tırmanan dağcılar deniz seviyesindeki araştırmalarla ya da perfonmansla tamamıyla anlaşılamayacak fizyolojik avantajlara sahiptirler. Bunlar, sıradışı bir şekilde uzun süre boyunca durmadan aşırı ağır bir fiziksel işe dayanma gücü, hızlı, verimli ve asgari enerji harcayarak tırmanmayı sağlayan ileri dağcılık becerileri, akciğerlerde yüksek difüzyon kapasitesi, hipoksiyi normal veya artan  solunumla cevap verebilme yeteneği, ciddi hipoksi sırasında bile etkinliğini sürdürebilen kas fonsiyonları ve yine hipoksiye rağmen mantıklı düşünebilme kabiliyetidir.

YÜKSEK İRTİFA HASTALIKLARI

Dağ hastalıklarına müdahalede uyulması gereken dört kural vardır:

  1. Belirtiler görüldüğünde tırmanışı durdur ve düzelene kadar yükselme.
  2. Durum kötüleşiyor veya hiç bir değişiklik olmuyorsa alçal.
  3. Yüksek irtifa akciğer ödemi, bilinç seviyesinde gerileme ve koordinasyon bozukluğu varsa hemen indir.
  4. Rahatsız tırmanıcıları aşağıya tek başına gönderme.

AKUT DAĞ HASTALIĞI (ADH)

Akut Dağ Hastalığı (ADH), yüksek irtifaya çok hızlı tırmanmayla ortaya çıkan bir dizi yaygın belirtiye verilen addır. Genelde 2400 m ya da yukarısına birden çıkış yapan dağcıların %15-17′ sinde bu rahatsızlık görülmektedir. İrtifaya çıkıldıktan sonra geçirilen ilk 12-24 saat içerisinde kendini belli etmeye başlar. Hafif ADH bir-üç gün arasında iyileşebilir ancak daha kötüye gitmesi de olasıdır.

Önemli belirtileri baş ağrısı, bitkinlik (akşamdan kalmışlık hissi ya da grip geçirmek gibi), bacaklarda ağırlık, göz ve yüzde şişkinlikler, öksürme, göğüste sertlik ve doluluk hissi, nefes darlığı, düzensiz uyku, iştahsızlık, düşük idrar, mide bulantısı ve kusmadır. Karakteristik bir fiziksel bulgusu yoktur.

En temel tedavi müdahaleden önce hastalığın nasıl bir seyir izlediğini bekleyerek gözlem altında tutmak ve gerekiyorsa inmek ya da çıkışı durdurmaktır. Özellikle baş ağrısı ve mide bulantısında artış varsa 600-900 m alçalmak gerekir. Eğer iniş sırasında semptomlarda herhangi bir düzelme görülürse, yaşanan rahatsızlığın ADH olduğu da doğrulanmış olur. Semptomlar devam ettiği halde çıkışa devam etmek yanlıştır. Hafif egzersiz solunumu artıracağından ADH’nın semptomlarını iyileştirmeye yardımcı olabilir ancak ağır efordan kesinlikle kaçınılmalıdır.

Tırmanışlarda düşük bir ihtimal de olsa oksijen varsa hastaya 2 lt/dk akış hızıyla ve maskeyle günde en az 15 dakika tatbik edilmelidir. Oksijen yeterliyse uyku sırasında da kullanılabilir (0,5 – 1 lt/dk). Oksijen terapisi mümkünse 12-48 saat boyunca sürdürülmelidir. Oksijen yoksa ya da oksijen kullanımına rağmen ciddi belirtilerde bir düzelme görülmüyorsa hastanın aşağı götürülmesi gerekir. Alçak irtifalara indikçe hastanın rahatladığı gözlemlenecektir.

Bazı bireylerde denge ve koordinasyon bozukluğu gözlemlenebilir. Bu hastalığın ciddileştiğinin bir göstergesidir. Eğerbu hastalar tökezleyip düşmeye, uyuşuk ve kayıtsız davranmaya da başlarlarsa ve kendilerine bakamayacak hale gelirlerse yüksek irtifa beyin ödemi de söz konusu olabilir. Ayrıca çoğu zaman beyin ödeminin beraberinde akciğer ödemi de görülür. Böyle hastalar dinlenme sırasında bile soluk soluğa kalırlar ve nefes alıp verdiklerinde akciğerlerinden fokurdama sesleri duyulur. Bu durumdakiler büyük bir risk altındadır ve derhal aşağı indirilmelidirler.

Geciken tahliye durumlarında hastaların “Gamow Bag” adı verilen portatif basınç odasında bekletilmeleri çok faydalı olmaktadır. Yaklaşık 7 kg ağırlığında ve 2 metre uzunluğunda olan portatif odanın içine ayak pompasıyla hava basılarak arttırılan basınç, bulunulan rakıma göre sanki hastayı aşağı indirmiş gibi daha alçak irtifaların koşullarını tedarik eder. Hasta portatif basınç odasında sürekli gözlem altında tutulur, mümkünse oksijen tedavisine devam edilir. Hastalığın belirtileri düzeldiğinde veya hava şartları hastayı indirmeye müsait hale geldiğinde hasta dışarı çıkartılır. Neticede gerçek iniş her zaman elzemdir.

“Aspirin” ya da “Asetaminofen” (ağrı kesici ateş düşürücü) baş ağrısına iyi gelecektir. Baş ağrısı için “Ibuprofen” kullanılması da mümkündür. Bulantı için “Compazine” tavsiye edilir. ADH belirtileri ciddileşiyorsa bir iki gün boyunca altı saatte bir “Dexamethasone” alınabilir.

Acetazolamide yüksek irtifaya tırmanıştan önce kullanılmaya başlandığında dağ hastalığını önlemede ve aklimatizasyonu hızlandırmada en etkili ilaçtır. Bazı dağcılar yükselmeye başlamadan bir gün önce ve yüksek irtifadaki ilk 2-5 gün boyunca bu ilacı kullanırlar. İlaç günde iki defa 250 mg dozunda alınmalıdır. Yan etkileri uzuvlarda ürperme, kulak çınlaması ve tatalmaduyusunda değişimlerdir. İlaç reçetesiz kullanılmamalıdır çünkü bazı böbrek, göz ve karaciğer hastalıklarına olumsuz tesirleri vardır. İlacın hafif ve orta boyutlu seyreden ADH’nın iyileştirilmesindeki rolü de büyüktür. Vücut acetazolamide tedavisine on iki ile yirmi dört saat arasında cevap verir. Hastalık geçmeye başladığında iniş zorunludur.

ADH’nı önlemenin en iyi yolu hızla yükselmektense ara kademelendirme gibi belli bir program dahilinde ile irtifa kazanmaktır. Solunumu yavaşlattığından uyku iyi değildir. Gündüz her dört – altı dakikada istemli olarak on ila on iki derin nefes alınması vücuda fazladan oksjen tedarik edeceğinden ADH’nın belirtilerinde geçici rahatlama sağlayabilir. Ancak kandaki karbondiyoksit miktarını çok düşüreceğinden aşırı hızlı solumadan da kaçınılmalıdır. Aynı şekilde yatıştırıcı ilaçlar da benzeri etki gösterir. Bol sıvı ve kalori alımı çok önemlidir. Yenilen yemeklerin % 70 veya fazlası vücuda gerekli enerjiyi daha az oksijenle yakılarak sağlayan karbohidratlardan oluşmalıdır. Bu sebepten dolayı karbohidratların ADH’nı önleyici bir etkisi de vardır. Tütün ve alkolden kaçınılmalıdır.

YÜKSEK İRTİFA AKCİĞER ÖDEMİ (YİAÖ)

Yüksek irtifa akciğer ödemi henüz tam olarak anlaşılamayan nedenlerden ötürü akciğer arterlerinde basıncın artmasıyla kan sıvısının kılcal damarlardan alveollere sızarak birikmesidir. Bu durum bir süre sonra solunumu olumsuz etkileyeceğinden tehlikelidir. Acil tedaviye geçilmezse hastalık ölümcül olabilir. Risk 2400 m’den sonra başlarken, ödem en çok 3500 metrelerden sonra görülür. İrtifaya ulaştıktan 36-72 saat sonra hastalık iyice belirginleşir. Hastalığın ilk belirtileri yüksek irtifanın kuru havasından kaynaklanan devamlı kuru öksürük gibi ilk bakışta zararsız gözüken sorunlardır. Baş ağrısı, aşırı halsizlik, bazen hafif ateş, ciddi nefes darlığı ve öksürük nöbetleri, köpüklü veya kanlı tükürük genel belirtileridir. Hastalık ilerledikçe belirtiler de artar. Bazen sinirsel semptomlar da görülmektedir. Solunum hızı yükselir, nabız da artar (solunum 20/dk, nabız ise 130/dk üzerindedir). Ayrıca eğer stetoskop varsa nefes alma sırasında akciğer bölgesinde fokurdama sesleri duyulur. Bunun sebebi akciğerlerde biriken kan sıvısıdır. Hastalığın ilerlemesi engelenmezse hırıltı sesleri de açıktan duyulabilir hale gelecektir. Dudak ve tırnaklarda morarma (siyanoz) görülür. Bu durum sıvıyla akciğerlerin atardamarlara oksijen transfer etme işlevini yerine getiremediğine işaret eder. Daha ileri aşamalarda bilinç kaybı ve ölüm görülebilir. YİAÖ zatüre ile karıştırılabilmektedir. YİAÖ’ni zatüreden ayıran en önemli ipucu yükselmeye devam edildikçe hastalığın ne denli hızlı bir şekilde kötüleşmesidir. İrtifaya  ulaşan her birey aslında hafif bir ödem yaşar fakat normalde kılcal damarlar tarafından zamanla geri emilim mümkün olmaktadır.

600-1200 m arasında iniş yapılması şarttır ve genellikle yeterli olmaktadır. İniş esnasında hastayı fazla yormamaya dikkat edilmelidir çünkü yoğun efor akciğerlerdeki basıncın artarak durumun daha da kötüleşmesine yol açabilir. Hastaya oksijen verilmelidir. Böylelikle arterlere oksijen sağlanacağından akciğer atardamar basıncı %30-50 arasında düşüş göstererek hastalığın gidişatının tersine döndürülmesi sağlanacaktır. Hasta sıcak tutulur, akciğer arter basıncını azaltmak adına hareket etmesi engellenir. Tahliyenin gecikmesi durumunda gamow bag kullanılması iyi bir seçenektir.

Solunum sisteminde kan basıncını düşürücü etkiye sahip bir ilaç olan “Nifedipine” doktor kontrolünde veya doktorun önceden belirlediği talimatlara uymak şartıyla yalnızca iniş yapılamadığı durumlarda ikinci bir çare olarak kullanılmalıdır.

Hastayı indirmek herhangi bir sebepten dolayı mümkün olamayacaksa oksijenle birlikte portatif basınç odası seçeneğine başvurulmalıdır.

YÜKSEK İRTİFA BEYİN ÖDEMİ (YiBÖ)

ADH ilerlerse hastanın ölümcül bir beyin hastalığı olan yüksek irtifa beyin ödemi geçirmeye başlaması da muhtemeldir. YİBÖ genellikle diğer dağ hastalıklarının bir parçası olarak ortaya çıktığından tek başına görülme ihtimali düşüktür. YİBO’nde kan sıvısı beyindeki kılcal damarlardan sızarak kafatası içi basıncının artmasına  yol açar. Ölüm sebebi beynin basınç altında kalarak sıkışmasıdır.

Hastalığa yakalanma riski 2700-3000 metrelerde başlarken genellikle daha yüksek irtifalarda karşılaşılır. YİBÖ 24-36 saatler arasında sinsice gelişir. Baş ağrısı, enerji kaybı ve vücut dengesini sağlayamama erken belirtileridir. Mide bulantısı ve kusma da görülebilir. Takip eden belirtiler bilinç seviyesinde gerileme, ağır düşünme, halisünasyon, vücut kaslarının kontrol edilememesi, şiddetli baş ağrısı ve bilinç kaybı olarak seyreder.

YİBÖ tanısı konulduğunda en ufak bir iyileşme görülse bile hastanın temel tedavi olarak indirilmesi zorunludur. İndirme iyileşme belirtileri görülen irtifaya kadar devam ettirilmelidir. Hastalık belirtileri düzelme göstermediği sürece irtifaya geri çıkılmaz. Ölümcül vakaların çoğu bu kurala uyulmadığında meydana gelmiştir. Oksijen terapisinin başlatılması çok önemlidir. Hastaya ilk 15 dakika boyunca, 6 lt/dk oksijen desteği sağlanır, bu oran daha sonra 2 lt/dk’ya kadar düşürülür. Aşağıya da inerken oksijen de verilmesi çoğu hastanın hayatını kurtarmaya yetecektir.

Ciddi durumlarda “Dexamethasone” hızlı bir iyileşme sağlar. Bir steroid olan Dexamethasone kafatasındaki basıncı azaltabilir. YİBÖ, ADH ile birlikte görüldüğünde Dexamethasone’un da Acetozolamide ile beraber kullanılması güvenlidir ancak ikisi bir arada daha iyi sonuçlar verip vermeyeceği henüz belirsizdir.

Eğer tahliye gecikecekse hastanın ilaç tedavisiyle birlikte portatif basınç odasında yatırılmasının çok yarar sağlayacaktır. Hasta basınç odasındayken sürekli gözlemlenir, mümkünse oksijen tedavisine devam edilir. Hastalığın belirtileri düzeldiğinde veya hava şartları hastayı indirmeye müsait hale geldiğinde hasta dışarı çıkartılır. Neticede gerçek iniş her zaman elzemdir.

KRONİK DAĞ HASTALIĞI

Kronik dağ hastalığının en temel sorunu vücuttaki kimyasal reseptörlerin işlevlerinin kesintiye uğraması sonucu kanda düşen oksijen derişimine karşı bir tepki verememeleri ve daha hızlı ve derin nefes alınmasını teşvik edememeleridir. Netice olarak, akciğerlerde kanın oksijence zenginleştirilmesi yetersiz kalmaktadır. Kronik dağ hastası uykulu, halsiz ve uyuşuktur. Deri ve mukozada ciddi siyanoz (morarma) görülür. Kalp yetmezliğinden dolayı ayak, bacak ve karında ödem vardır. Tedavi deniz seviyesine indirmektir ve hasta bir daha asla yüksek irtifaya dönemez. Bununla birlikte, hastalık sadece yüksek irtifada uzun yıllar yaşayan insanlarda görülmüştür. Yüksek irtifada geçirdikleri haftalarca zamana rağmen tırmanıcılarda böyle bir hastalığa rastlanmaz.

YÜKSEK İRTİFADA RETİNA KANAMALARI

Gözümüzdeki hassas ışık reseptörlerini barındıran katman olan retinada kanama 4300 m ve daha yukarı yükseklikte sıklıkla görülür. 4300 m’nin altındaysa çok nadiren rastlanır. Görmeye kaybına yol açmaz, ağrı yapmaz. Ancak göz dikkatli bir şekilde incelendiğinde farkedilebilir. Bazı nadir durumlarda retinanın orta kısımlarında daha büyük ölçekli bir kanama meydana gelerek bulanık görmeye veya tek gözle algılamada azalmaya yol açabilir. Böyle hastalar aşağı indirilmelidir çünkü yüksek irtifa durumu daha kötüye götürebilir. İndikten dört-altı hafta sonra kanama izleri tamamen kaybolacaktır.

Kanamaların sebebi büyük olasılıkla kandaki oksijen derişiminin düşmesi sonucu retinadaki kılcal damarların genişlemesi ve lokal dolaşımın hızlanmasıdır. Böylelikle kan dolaşımı yüksek basınçlara ulaşıp kılcal damarların ince duvarlarını çatlatarak kanamayı başlatabilir.

Görmede bir soruna yol açmayan kanamalarda aşağı inip inmemek tırmanıcının kararıdır.

YÜKSEK İRTİFA SİSTEMİK ÖDEMİ

Yüksek irtifaya çıkıldıktan sonra el ve ayaklarda şişme özellikle de kadınlarda görülür. Sabahları yüzün ve göz kapaklarının şişmesi rahatsızlık verici olabilir. Yeterli sıvı alımına rağmen idrar miktarı azdır. İlk bir kaç gün içinde 3 ila 5 kilo alınabilir. Yüksek irtifa sistemik ödeminin ADH belirtileri ile bir ilişkisi olmayabilir. Genellikle ara ara tekrarlayan bir seyir gösterir. Bu durum rahatsızlık verici olmakla birlikte zararsızdır ve deniz seviyesine indikten bir kaç gün sonra kendi kendine geçer.

Rahatsızlığa su ve tuzun böbrekler tarafından tutulması yol açmaktadır ancak kesin sebep henüz anlaşılamamıştır. Deniz seviyesinde aşırı dozda antrenman yapıldığında da benzeri bir durum ortaya çıkar ancak ödem o kadar ciddi olmaz. Rahatsızlık görüldüğünde tuzlu yiyecek ve ilaçlardan sakınılmalıdır çünkü tuz alımı durumu daha da kötüleştirir. Üç-altı gün boyunca günde bir ya da iki defa alınan Furosemid gibi idrar söktürücü ilaçlar genellikle aşırı sıvı birkimini azaltır. ADH belirtileri iyileşme göstermiyorsa acetazolamide kullanılması mümkündür.

YÜKSEK İRTİFA TAHRİBATI

İyi aklimatize olmuş insanlar yaklaşık 5200 m’ye kadar normal yaşamlarını sürdürebilirler. Daha yüksek rakımlardaysa, irtifaya tam anlamıyla uyum sağlamış bireylerde bile fiziksel kondisyonun yavaş yavaş kötüye gittiği ve akut dağ hastalığı belirtilerinin ısrarla iyileşmediği görülür. Bu durumun sebepleri tam olarak belli olmamakla birlikte muhtemelen kronik hipoksiden kaynaklanmaktadır.

Dehidrasyon vardır çünkü sıvı kaybı artmıştır ve susama hissi kaybolmuştur. İştah azalabilir ve kilo kaybı olabilir. Alyuvar sayısı deniz seviyesindeki miktarın yaklaşık iki katına çıktığından kan koyulaşmıştır ve akışı zorlaşmaktadır. Kıvamlı kan yavaş akar bu da beyin gibi hayati organlara yeterli mikyarda oksijen ulaştırılamamasına yol açar. Pıhtılaşmaya da meyilli olan bu kadar koyu kan felç veya akciğer embolisi riskini arttırır.

Yüksek irtifa tahribatını asgariye indirmenin en iyi yolu çok yüksek irtifalarda mümkün olduğunca az zaman geçirmek ve vücudun yaşamsal faaliyetlerinin düzelmesi için periyodik olarak aşağı inmektir. Yeterli sıvı alımına dikkat edilmelidir. İştah olmasa da kişi kendisini kafi miktarda yemek yemeye zorlamalıdır. Burada amaç dengeli beslenme değil gerekli kaloriyi temin etmektir. Uykuda 2 lt/dk akış hızıyla oksijen solumak faydalı olacaktır. İrtifada geçirilen uzun süre, akışkanlığını arttırmak amacıyla kanın bir bölümünün alınıp yerine sıvı nakledilmesiyle daha da uzatılabilir. Ne var ki, bu kadar acı çekmektense düzenli aralıklarla alçak irtifalara inip geri çıkmanın çok daha kolay bir çözüm olacağı gerçeğini değiştirmez.

TROMBOZ, FELÇ ve AKCİĞER EMBOLİSİ

Yüksek irtifadakanatar ve toplar damarlarda tromboz (pıhtılaşma) eğilimi gösterir. Buna irtifa, düşük oksijen, dehidrasyon, çadırda uzun süre hareketsiz kalma, artan alyuvar sayısı vb. etkenler yol açmaktadır.

Bacak damarlarından oluşan bir pıhtı kan dolaşımıyla akciğere kadar taşınabilir ve akciğer arterlerini tıkayabilir (akciğer embolisi). Bacaklarda şişlik ve acı, ayaklarla birlikte hassasiyet belirtileri tromboz riskine işaret eder. Kan dolaşımıyla tüm vücudu dolaşabilen pıhtı eğer beyin damarlarından birini tıkarsa kısmi felç olabilir (geçici veya kalıcı). Bütün bunlar hastanın hızla aşağıya indirilmesini, oksijen tedavisini ve acil tıbbi yardımı gerektirir. İrtifaya geri çıkıldığında tekrar ortaya çıkması da mümkündür.

DEHİDRASYON (SUSUZLUK)

İnsanlar vücutlarından kaybettikleri su miktarlarında birbirlerinden farklılık gösterirler. Dağda su kaybı terleme, idrar, solunum ve/veya ishal yollarıyla olur. Dağcı ne kadar su kaybettiğinini hissetmeyebilir, özellikle de kış dağcıları kaybettikleri büyük miktarlardaki suya rağmen bunun farkında olmayabilirler. Dağ hastalıklarını, soğuk ve sıcak hava koşullarından kaynaklanan sorunları önlemede sıvı alımı elzemdir. Susuzluk ayrıca tırmanıcının perfonmansını da olumsuz yönde etkilemektedir. Şehirde günde 1,5-2 lt olan su kaybı dağda 4-4,5 lt’ye kadar çıkabilir. Bu su yerine konmadığı zaman dehidrasyon meydana gelir. Çıkışlara bol sıvı almış olarak başlanılmalıdır; tırmanışlardan önce her dağcı en az 1 lt sıvı tüketmelidir. Çıkışa 15 dakika kala bir bardak daha su içilmelidir. Her 20-30 dakikada bir 1-1,5 bardak su içilmelidir. Bu miktar yeterli olacağı gibi midenin gereksiz şişmesini de engelleyecektir.

Susama hissi dehidrasyonun başladığı anlamına gelmez. Susama geç bir belirtidir. Tırmanıcı çok daha öncesinden susuz kalmış olabilir. Dolayısıyla su içmek için susamayı beklememek gerekir. Yüksek irtifada dehidre olma eğilimi daha da artacaktır. 5500 m üzerindeki yüksekliklerde hemen her dağcı kolaylıkla dehidre olabilir.

Dehidrasyonun belirtileri şöyle sıralanabilir:

  • Kaniçindeki su miktarı azaldığından koyulaşır ve kalp bu koyu kanı pompalamak için fazladan efor sarfeder. Ciddi  perfonmans düşüklüğü vardır.
  • İdrara çok az sıklıkta çıkılır ve idrarın rengi koyu sarıdır.
  • Kanda biriken zararlı maddeler atılamamaktadır.
  • Suyu azalan deri hücreleri güneşten daha kolay etkilenmektedir. Bu da güneş çarpması, güneş yanığı ve kar körlüğü riskini arttıracaktır.
  • Kanın kılcal damarlara ulaşımı zorlaşmaktadır. Bu da uzuvlarda donma tehlikesine yol açar (frozbit).
  • Su ile birlikte kaybedilen ve yerine yenisi konmayan mineraller vücut içi reaksiyonları geciktirir.
  • Depresyon, vücut koordinasyonunda bozukluklar ve bilinç seviyesinde gerileme ise dış belirtilerdir.

Dehidrasyondan korunmak için bol bol sıvı alınmalıdır. Fiziksel kondisyonun vücudun su dengesini sağlamasına etkisi küçüktür. Bunun yanında bazı ilaçlar terleme, susuzluk ve idrarı kontrol altına alarak sıvı kaybını azaltabilirler. Bir insan yemek yemeden haftalarca yaşayabilir fakat susuz ancak birkaç gün dayanabilir. Sıvı dengesi kayıp ve alımlarda eşitliğin simgesidir. Sıvı kaybını arttıran veya alımını zorlaştıran rahatsızlıklarda denge kritikleşir. İshal buna güzel bir örnektir. Dizanteri veya kolera gibi yüksek sıvı kaybına yol açan hastalıklarda kayıp her ne kadar hoş olmasa da dışkı ve idrar üzerinde tespit edilmelidir. Bu iş için ölçekli kaplar kullanılabilir. Ancak bu ölçüm tek başına yeterli olmaz, mevcut koşullara göre hissedilemeyen kayıplar da (terleme, solunum) hesaba katılmalıdır. Dengenin sağlandığından emin olabilmek için veriler kaydedilmelidir.

Günde ortalama 1,5-2 lt su kaybedilir demiştik. Böbrekler yoluyla da günde 1-2 lt su dışarı atılır. Hissedilmeyen kayıp ise çok soğuk havalarda bile terleme ve akciğerlerden soluma yoluyla olup düşük irtifalarda 0,5-1 lt civarındadır. Daha sıcak iklimlerde veya yüksek ateş durumunda terlemeyle sıvı kaybında bariz bir artış görülür. Yüksek irtifa ortamında ise günde yalnızca 4-5 lt suyu akciğerler irtifanın kuru havasını nemlendirmek için tüketir.

Vücut sıvısının hayati elektrolit bileşenleri olan sodyum klorür (tuz), potasyum ve bikarbonat tıpkı su gibi bir dengeye ihtiyaç duyar. Örneğin günlük tuz ihtiyacı 3 gr iken eğer kayıp fazla ise ihtiyaç da artacaktır.

Yüksek irtifada meydana gelen dehidrasyonun en önemli sebebi soğuk havanın daha hızlı ve derin bir şekilde solunmasıdır. Nefes alındığında hava önce vücut sıcaklığına ısıtılır sonra da üst solunum yollarında su ile nemlendirilir. Yüksek irtifanın soğuk havası çok az nem içerir yani soluma esnasında nemlendirilmesi için vücutta daha fazla suya ihtiyaç duyulur. Soğuk hava koşullarında solunu yaparken bu suyun bir kısmı düşük sıcaklıktaki havanın üst solunum yollarını soğutmasıyla nefes verme aşamasında yoğunlaşma sonucu geri kazanılabilir. Yüksek irtifada ağzının içinden hızlı ve sığ nefes alıp veren bir dağcı yeterince derin nefes almadığından üst solunum yollarında soğuma ve dolayısıyla yoğunlaşma gerçekleşemez ve sıvı kaybı artar.

Kimi dağcılar terlemeyi asgariye indirmede doğru giyimin önemini ihmal etmektederler. Oysa ki terleme en aza indirilerek bu yolla olan su kaybı ölçüde azaltılabilir.

Yeterince su tüketmemek yüksek irtifada sık sık dehidrasyona yol açmaktadır. Su yapmak için yakıt taşıma ve kar eritmenin zorluğu, susuzluk hissinin kaybolması, iştahsızlık, mide bulantısı ya da Akut Dağ Hastalığı sırasında istifra etmek bile sıvı alımının düşmesine neden olur. Yüksek irtifa dağcıları kendilerini bol sıvı tüketimi için zorlamalıdırlar. 4600-4900 m’lerden yukarısı günde 4 lt’yi aşan sıvı alımını gerektirir.

Dehidre olunup olunmadığı en iyi idrarın renginden anlaşılır. Çünkü böbrekler vücudun sıvı dengesine cevap vermede çok hasastırlar. İdrar koyu sarı veya portakal renkli ise ayrıca günlük idrar miktarı 500 ml’yi aşmıyorsa yeterli sıvı alınmamaktadır. Eğer hafif sarı ise ve dağcı uykudan uyandığında kolay açılabiliyorsa bu iyiye işarettir. Fakat unutmamak gerekir ki idrar geriye dönük bilgi verir. İdrarın yapıldığı an itibariyle susuzluğu tespit etmenin en iyi yolu sıvı kayıp ve alımlarını ölçerek takip etmektir.

Sıvı kaybını telafi etmenin en iyi yolu daha fazla sıvı almaktır. Ancak saf su vücut tarafından verimli bir şekilde kullanılamaz. Bunun için sıvıyı elektrolit açısından zenginleştirmek gerekir. Zaten terleme yoluyla ve idrarla kaybedilen elektrolitleri yerine koymak elzemdir. İçilen sıvı ne çok sıcak ne de çok soğuk olmalıdır (ortalama 50 °C). Kardan yeni eritilmiş çok soğuk veya kaynatılmış çok sıcak su vücut tarafından verimli olarak kullanılamaz. Suyla seyreltilmiş meyva suyu ve çorba gibi sıvılar iyi birer seçenektir. Çay, kahve ve sıcak çikolata gibi içecekler böbrek yoluyla sıvı kaybını arttırdığından tavsiye edilmemektedir.

Dehidrasyona girenlere sık sık ve azar azar sıvı içirilmelidir. İtiraz etseler de 24 saatte bir kaç litre sıvı almaya tatlılıkla ikna edilmelidirler. Durumu ciddileşen hastalar ağızdan sıvı alamayacak durumda olabilirler. Eğertıbbi yardım bir kaç günde sağlanabilirse ve sıvı kaybında büyük bir artış olmazsa dehidrasyon genellikle endişe verici boyutta değildir. Ancak, sıvı almadan geçen daha uzun süreler ya da sıvı kaybını arttıran hastalıklar ciddi dehidrasyona yol açabilir ve dammar yoluyla sıvı verilmesini gerektirir. Damar terapisini ancak bir sağlık uzmanı yapmalıdır.

Terleme, kusma ve ishal yoluyla kaybedilen su kaybı elektrolitli sıvılarla telafi edilmeye çalışılmalıdır. Yüksek irtifada akciğerlerden kaybedilen sıvının ise şekerli içeceklerle yerine konması yeterli olur çünkü bu yolla kaybedilen sıvıda elektrolit bulunmamaktadır.

YÜKSEK İRTİFADA BESLENME

Dağda iyi bir beslenme ve sıvı alımı sağlamak zordur. İştahsızlık yüzünden çoğunlukla dağcılar kendileri için gerekenden daha az yer ve içerler. Bunlara bir de potasyum eksikliği ve sarfedilen yüksek efor da eklenince zayıflıma başlar. İngiliz Himalaya ekspedisyon kayıtlarına göre dağa yaklaşma sırasında günlük 4200 kcal olan besin alımı, 5800-6700 m’lerde 3200 kcal’ye, 7300 m’de ise 1500 kcal’ye kadar gerilemiştir.

Bağırsaklarda alınan besinin sindiriminin yapılamaması kilo kaybına yol açar ki kendini zorlayıp yemek yemek bile buna engel olamaz. Tırmanışlara getirilen donmuş ve kurutulmuş yiyecekler tatsız tuzsuz olacağından yemek yemeği isteğini daha da azaltabilir. 1983 yılında Alman-Amerikan Everest tırmanışında tüm erzak yerel sağlayıcılardan temin edilmiştir ve ekipte kilo kaybı sorunu yaşayan olmamıştır. Üstelik bir kişi kilo bile almıştır!

Dağda sevilen besinler daha kolay yenir. Şekerli olanlarsa en çok tüketilenlerdir. Çok yağlı besinlere vücut tolere edemeyebilir. Vitamin ihtiyacı haplardan ve sıvı içeceklerden sağlanabilir. E, B, A ve D vitaminlerinde aşırıya kaçılmamalıdır, çünkü bunların fazlası kesinlikle zaralı olacaktır.

Çeviren ve Derleyen:

Tolga KANIK

Acil Tıp Teknisyeni – Doğa

NOT: Bu yazı yanlızca bilgilendirme amaçlı olarak kaleme alınmıştır. Yazıda bahsedilen tedavi ve uygulamalar yüksek irtifada gerçek bir rahatsızlıkla karşılaşıldığında uzman bir sağlık personelinin yapacağı tam ve eksiksiz müdahalenin yerine geçemez. Yazıda adı geçen ilaçları kullanmadan önce mutlaka doktorunuza danışınız. İlaçların jenerik (kimyasal) isimleri verilmiştir. Türkiye’deki ticari isimlerini öğrenmek için eczacınızdan ya da doktorunuzan bilgi alınız.  

Comments are closed.