11-14 EKİM 2007
40N 33E
11 EKİM 2007
Yine bir başka bayram tatilimizi confluence noktalarını keşfederek değerlendirmek üzere tam donanımlı olarak yola koyulduk. Sürekli tıkanan şehir trafiğini atlattıktan sonra bir defa dahaAnkara’nın gürültüsünden kurtulmanın sevinci ve heyecanı içerisindeydik.Ankara’yı çevreleyen otoyola çıkıp Karapürçek sapağından sağa dönerek doğuya yöneldik. Elma ağaçlarıyla süslü sessiz arazilerden geçen yol, aldığımız bir kaç tariften sonra bizi Tatlar Köyü’ne ve oradan da kısa bir stabilize etapla noktanın 300 metre yakınına kadar getirdi.
Rahatça noktanın yanına ulaştık. Dönüşte tekrar çevre yoluna ulaşarakKonyayoluna bağlandık. Önceleri akıcı giden trafik, Kulu makasına yaklaşık 50 km kala tıkandı. Dört-beş şerit halinde sıralanmış otomobiller çaresize yolun tekrar açılmasını bekliyorlardı. Zaman kaybetmeye başlamıştık. Hava kararmadan 39N 33E noktasına varmamız gerekiyordu. Derya her zamanki atikliğiyle, diğer arabaların arasından bir şekilde sıyrılarak anayolun solunda kalan bir stabilize yola girdi. İnanılır gibi değildi çünkü, kilometrelerce uzanan araç kuyruğunun yanından hoplaya zıplaya geçip, arabayla yapılabilecek türlü cambazlıklarla tarlaların üstünden giderek trafiğin tekrar açıldığı noktadan yola geri bağlandık. Doğrusu Derya’nın usta şöförlüğü sayesinde durumu kurtarmıştık. Trafiğin neden durduğunuysa anayoldan uzak kaldığımızdan anlayamadık. Belki bir polis kontrolüydü, belki de trafik kazası…
39N 33E
Kulu Makası’ndan sağa Konya yoluna (D 715) döndükten yaklaşık 13 km sonra rota modunda kullandığımız Garmin 60 Csx GPS’imiz bizi uyararak sağa dönmemizi söyledi. Biz de noktaya üzerine gidecek şekilde tarlalardan ve patikamsı yollardan noktaya 1.32 km kadar yaklaştık ve koşarak hedefe ulaştık. Alabildiğine uzanan düz Konya Ovası ülkemizin güneyini kaplayan Toros Dağları’nın engebeli arazisine oldukça tezat teşkil ediyordu. Bu ıssız ve sonsuz düzlüklerde anayolun gürültüsünden başka hiçbir izi yoktu. Ovanın üzerinden güneşin batışını seyredip birkaç kare fotoğraf çektikten sonra arabamıza dönüp üçüncü hedefimiz olan 38N 33E noktasına doğru devam ettik.
12 EKİM 2007
38N 33E
D 715 karayolunu güneye doğru takip ederek hızla yeni hedefimize yöneldik. Hava yavaş yavaş karardı. Noktaya ulaşmak için D 300 (Aksaray) yoluna geçmemiz gerekiyordu. Konya’ya kadar boşuna inip yolu uzatmamak için sözde kestirme yapmak üzere Eğribayat köyü sapağından sola dönerek, Kervan köyü üzerinden D 300 yoluna çıkmayı ve oradan da Divanlar köyüne ulaşmayı kararlaştırdık. Karanlıkta köyün sapağını bulmak ayrı bir dertti. Yetersiz ve yanlış yerlere yerleştirilmiş tabelaların gazabına uğrayarak anayolda bir ileri bi geri bir kaç defa gitmek zorunda kaldık. Nihayet sapağı bulup da Eğribayat’a vardığımızda D 300’e böyle bir bağlantı olmadığını öğrendik. Nasıl olabilirdi? Haritamızda resmen düzgün bir yolla bağlantı gözüküyordu. Anlaşılan haritalarmız bir kez daha bizi yanıltmıştı. Tekrar anayola dönüp aldığımız yeni tarife göre 6km daha güneye gittik. Yine bir sapak arama klasiğiyle Kervan tabelasından sola dönüp gps ve haritalarımızda var olmayan asfalt bir yoldan D 300’e çıktık. Tarife gore bu yolun bizi Divanlar’a götürmesi gerekiyordu. Ancak, ortalıkta kavşak yoktu. Doğuya doğru devam edince Karadona sapağına vardık ve buradan tekrar güneye döndük. Artık Divanlar çok gerimize kalmıştı. Noktaya doğudan yaklaşacaktık. Karadona köyüne girmeden sağa dönen bir tabilize yolu alarak devam ettik. Yol müthiş derecede tozluydu. İkimizin de gözü GPS’teydi: 6, 5.5, 5 derken noktaya 4.75 km kala yol bitti. Karanlıkta hiçbir şey görünmüyordu. Divanlar’a tekrar dönüp o taraftan bir yol mu araştıralım diye tereddüte düştük. Derya iki yıl önce kışın motorla Divanlar tarafından noktaya yaklaşmaya çalışmış ancak noktaya 5 km kala motor karın altında kalan çamura gömülünce zor anlar yaşayıp geri dönmek zorunda kalmıştı. Üstelik karanlıkta yolları göremediğimizden o taraftan da düzgün bir yaklaşım bulup bulamayacağımız meçhuldü. Dolayısıyla ertesi gün yeterli vaktimiz olduğunu düşünerek, bu noktada uyumaya ve sabah 4.75 km’lik mesafeyi katetmeye karar verdik. Bizim için hem güzel bir yürüyüş hem de antrenman olacaktı. Bivak malzemelerimizi hazırlayıp güzel bir uyku çektik.
Sabah06:30’da uyku tulumlarımızdan çıktığımızda hava sıcaklığı 8 °C idi. Biraz atıştırıp çok hızlı bir tempoyla yola koyulduk. Güneş arkamızdan tabak gibi çıkmıştı. Noktaya ilerlerken Hodul Baba Dağı’nın yanından geçtik. Dağın etrafı çitlerle çevrilmiş ve de çitlere elektrik verilmiş. Burada soyu tehlikede olan Anadolu Koyunu korunuyormuş. Koyunları görme şansına sahip olamasak da Anadolu’nun ne kadar renkli bir habitat olduğunu düşünerek sevindik. Günün ilk ışıklarıyla birlikte eforbiya bitkilerinin sarımtrak yaprakları ve kızıl çiçekleri, sümük böceği kabuklarıyla ilginç bir görüntü oluşturuyordu. Dümdüz bir arazi bazılarına sıkıcı gelebilir ancak dikkatli bir doğasever için her zaman her yerde ilginç bir detay bulmak mümkündür.
Noktaya varmak bir saatimizi aldı. Gerekli rutinleri bitirip hızla geriye döndük. Arabamıza varınca süt ve elma suyu ile kutlamamızı yaptık.
38N 32E
Konyaçevreyolunu takip ederek D 330 yolundan batıya, Derbent’e yöneldik. Apa barajının bulunduğu noktadan Derbent yoluna döndük. 1500m irtifaya yükselecektik. Rakım arttıkça arazi de şekil değiştirmeye başladı. Tortul kayaçların oluşturduğu, meşe, çam ve sedir ağaçlarıyla süslü sarp yamaçların arasından gidiyorduk. Sarı, yeşil ve kırmızının coşkusuyla yöre bize sonbaharın muhteşem güzelliklerini yaşatıyordu. Derbent kasabasının şehir merkezinden kuzeye doğru giden bir toprak yolla noktaya 834 m kadar yaklaşarak tırmanışa başladık. Yüz metre irtifa alarak muşmula, katrancı ardıcı, peygamber çiçeği, berberis ve alıçların arasından noktaya ulaştık. Nokta çevreye hakim bir tepenin üstünde ve güneybatı istikametinde yörenin yüksek dağlarından olan Akdağ’a bakıyor ( ~ 2300m)
Arabaya dönüp hareket ettikten biraz sonra yanımıza gelen birkaç Derbent’linin meraklı ve kuşkulu bakışlarına maruz kaldık. Bu sefer de kaçakçı damgası yemiştik. Neden bu bölgeye geldiğimiz ve arazilerinden geçtiğimiz hakkında sayısız ahiret sualine alttan alarak sabırla yanıt verdikten sonra yolumuza devam ettik. Hedefimiz Beyşehir üzerinden Akseki’ydi. Uzun zamandır hayalini kurduğumuz 37N 32E noktasına gidiyorduk.
13 EKİM 2007
37N 32E
İlk bakışta bu noktanın ulaşılabilirliği oldukça şüpheliydi. Nokta yerleşimlerden çok uzak ve ıssız bir bölgede, üstelik de 2600 metrelik bir zirvenin çok yakınında görünüyordu. Google Earth yazılımıyla ve detaylı haritalarımızda yaptığımız kılı kırk yaran etüd çalışmaları sonucunda noktaya en uygun yaklaşımın Akseki ve Çimi Köy üzerinden dolayısıyla batıdan olacağına karar verdik. Uydu görüntülerine göre Çimi Köy’den devamedenstabilize bir yol yaklaşık 1700 metre irtifada kavak ağaçlarıyla dolu bir bahçeye ulaşıyordu. Bahçeden noktaya uzaklık ise yaklaşık 5.7 km idi. Noktaya bu bahçeden ulaşmak bize oldukça mantıklı geldi. Yolun kalitesi ve alçak tabanlı arabamızla o yoldan ne kadar ilerleyebilceğimiz ise meçhuldu. 38N 32E’yi bitirdiken sonra D 696 (Konya-Antalya) yoluna kestirmeden ulaşmaya karar verdik. 330-11 Doğanbey sapağından sola güneye dönerek Çavuş kasabasına doğru yönelimle devam ettik. Başta yol bozuk olduğundan biraz zaman da kaybetsek, şirin köylerden geçtik, yol sorduğumuz bir abimizin bize verdiği süt gibi taze cevizlerin tadına baktık ve dağların arasından döne dolana ana yola ve oradan da Giden Gelmez Dağları’nın (2354m.) inişli çıkışlı korkutucu yamaçlarına bakarak Akseki’ye vardık. Akseki engebeli araziye konuşlanmış tertemiz bir kasaba. Buradan şehrin içinde karşımıza çıkan ilk kavşaktan sağa aşağı yönelerek dümdüz ilerledik ve Çimi Köy yoluna bağlandık. Biraz sonra köyü de geride bırakıp önceden tespit ettiğimiz stabilize yoldan Çimi’nin yaylasına yükselmeye başlamıştık. Yolun sonlarına doğu önümüze çıkan bir kavşakta ufak bir tereddütten sonra sağdan gitmeye karar verdik ve önümüzdeki tepeciği aşınca karşımıza çıkan manzara karşısında sevinçten çığlık attık: Google Earth’de gördüğümüz kavaklı bahçe tam karşımızdaydı! Noktaya mesafe: 5.75 km. Bahçenin hemen arkasında dümdüz bir plato uzanıyordu. Platonun etrafı yüksek ve kayalık dağlarla çevriliydi. Bu düzlüğün ilkbaharda mevsimlik bir göl olduğunu tahmin ediyoruz. Güneye doğru hemen hemen yeni yapılmış bir ahşap kulübe bulduk ve arabamızı yanına parkedip burada bivaklamaya karar verdik. Hava kararmadan etrafı ve muhteşem mazarayı fotoğraflayıp ateşimiz yaktık ve keyfimize baktık. Noktanın yerini ve doğrultusunu tespit ettik ve hangi rotadan noktaya ulaşacağımızı tasarladık. Ayrıca diz üstü bilgisayarımızda yüklü topografik haritalarımızdan arazinin yapısına göre takip edeceğimiz en mantıklı rotayı çizip GPS’imize yükledik. Bakalım bizi ne maceralar bekliyordu.
Sabah 07:20’de toparlanıp yola çıktık. Hızlı bir tempoyla platoyu geçip yükselmeye başladık. Noktaya kadar 800 metre irtifa alacaktık. Yöre gerçekten de çok ıssızdı. Etrafımızdaki 10 km2’lik alanda bizden başka kimse yoktu. Arazi kayalık ve dikti. Tırmandıkça manzara daha da güzelleşti. Uzaklarda gördüğümüz bazı yamaçlarda yürümek neredeyse olanaksızdı. O kadar çok çukurluk ve çöküntü vardı ki Derya’nın bezetmesiyle sanki dilek tuzluğu gibiydi. Yüzlerce yıllık ardıç ağaçları da bu karstik araziyi tamamlıyorlardı.
Hava bozmaya ve rüzgar şiddetlenmeye başladı. Güneyden kötü hava geliyordu. Hava bizi yakaladığında zirve sırtına ulaşmıştık. GPS yatayda 400 metre kaldığını söylüyordu. Yani dağın arkasına dolaşacaktık. Acaba dağın arkasında nasıl bir arazi vardı? Arkaya geçtiğimizde ilk bakışta pek de motive edici bir görüntü ile karşılaşığımızı söyleyemeyiz. Sırt aşağıya, belki de mağara ağzı olduğunu düşündüğümüz bir kokurdana iniyordu. Keskin kayalar ellerimizi acıtıyordu. Sarp arazide atlayıp zıplayarak kokurdanın hemen yanındaki noktaya 3 saat 20 dakikada ulaştık. Türkiyede ulaşılabilecek en uzak ve zor noktalardan birini yapmanın sevincini ve gururunu yaşadık. Ayrıca 37N 32E, 2570 m irtifası ile ülkemizde şu ana kadar keşfedilmiş en yüksek nokta oluyordu. Uzun zamandır hayalimiz olan hedefimizi başarmıştık.
Noktada görüntüleme işlerini hallettikten sonra noktanın yanındaki zirveye yöneldik. Noktamızla ilintili olarak zirveye Kesişim Tepe (2670 m) ismini verdik. Kesişim Tepe, etrafına hakim bir konumda ve bu yöredeki en yüksek zirvelerden biri. Noktamızın hemen yanında olması ise bizim için bulunmaz bir şanstı. Confluence ile ilgili bir kağıda isimlerimizi yazıp bir kutu içerisinde zirveye bıraktık. Gittikçe şiddetlenen rüzgardan kanatlanıp uçmamak için hemen inişe geçtik. Kimseden sorumlu olmadan, hızla, istediğimiz kadar zor yolları tercih ederek iniş yapmak gerçekten de özlediğimiz bir zevkti. Arabamızı tek parça bulup rahatladıktan sonra Silyon yakınlarındaki noktamıza doğru hareket ettik.
37N 31E
Yorucu tırmanışımızın arkasıdan karnımız müthiş derecede acıkmıştı. Kendimizi bir kendin pişir kendin ye lokantasında bol yağlı ızgara koyun etlerimizi yerken bulduk. Arkasından 71 km’lik bir etapla Akdeniz’e ulaşıp Silyon antik kentine doğru yöneldik. Hedefimiz bu sefer çok kolaydı. Yanköy’e varıp 30 m yürüyüşle seraların ortasında kalan noktaya vardık. Doğrusu sabah sarfettiğimiz emeğe kıyasla bu noktadan hiç bir şey anlamadık.
Belek’te fırtınalı ve dalgalı plajda yaptığımız bira keyfinden sonra bizi Eğirdir Gölü’ne iletecek D 330 karayoluna dönmek üzere Aksu’ya yöneldik. Yeni hedefimiz Eğirdir Gölü yakınındaki 38N 31E noktasıydı.
14 EKİM 2007
38N 31E
Aksu’dan kuzeye Isparta’ya doğru yöneldiğimizde yükseklerde şimşekler çakıyordu. Yolda ilerledikçe çakan her şimşek ortalığı gün gibi aydınlatarak etrafımızdaki muhteşem mekanı ortaya çıkartıyordu. İkimiz de bu yoldan daha önce geçmemiştik. Bu yolu karanlıkta geçerek manzarayı kaçıracağımızın farkına varınca Karacaören Barajı yakınında durup yağmur sesini dinleyerek derin bir uykuya daldık.Sabahyağmur dinmişti, dağlar ve ağaçlar sisler içindeyidi. Buradan kuzeye devam ederken Yazılı Kanyon tabelasını görerek kanyonu gezmeye karar verdik. Son derece virajlı bir yolculukla 300 m irtifaya kadar inerek dramatik boyutara sahip kanyona ulaştık. Kanyondan akan berrak suya, havuzcuklara ve suyun sabırla oyarak şekil verdiği bembeyaz kayalara hayran kaldık. Buradan tekrar D 330’a çıkarak Yeşilköy’e ulaştık. Kahveden aldığımız bir tarifle köy meydanından güneye doğru yükselerek köyün doğusunda kalan tepeye giden bozuk taşlı bir yola girdik. Yol birkaç kilometre sonra sola yani kuzeye yönelerek hedefe 900 metre kadar yaklaştı. İrtifa ise 1410 m idi. Dikenli çalıların arasından koşturarak ilerledik ve biraz ileride oldukça rahat bir patika bulduk. Yanından geçtiğimiz bir ağılda çoban köpekleri bizi havlayarak karşıladı. Köpeklere öyle yakınlık gösterdik ki bizim düşman olmadığımızı düşünüp sustular ve gittiler. Biraz sona noktayı bulduk. Gerçekten de ülkemizdeki en güzel manzaralı kesişim noktalarından biri burası olmalıydı. Eğirdir gölü , arkasında yükselen Barla dağı ve meşe ormanlarıyla uyum içinde muhteşem bir görüntü oluşturuyordu. Saat15:00olmuştu ve hava kararmadan son noktamız olan 39N 32E’ye ulaşmamız gerekiyordu. Bakalım yetişebilecek miydik?
39N 32E
Hava birkaç saat içinde kararacaktı. Mümkün olduğu kadar hızlı şekilde Yunak üzerinden Yüzüklü Köyü’ne yöneldik. D 695 karayolunda noktaya güneyden yaklaşırken haritada köye 9 km’lik bir yol görünüyor. Ancak tam bu sapağın olması gereken yerde tabela “Suluoba Yaylası” yazıyor. Havanın kararmasına sadece 30 dakika kalmıştı. Kısa bir tereddütten sonra risk almaya karar verip yolu takip ettik. Yolda bir traktör şöföründen teyit alınca rahatladık. Gözümüz yine GPS’teydi. Yüzüklü’den noktaya yaklaşık 4 km lik mesafe vardı. Ancak koşsak dahi bu mesafeyi hava kararmadan katetmemiz mümün olmayacaktı. Mutlaka noktaya yaklaşmamızı sağlayan bir yol bulmamız gerekiyordu. Şans işte, köyün girişinde sola doğru direct noktaya yönelen bir stabilize yol bulduk! Yolu takiben noktaya 700 metre kadar yakınına ulaştık. Ne var ki zaman hala akıyordu ve acele etmemiz gerekiyordu. Hızla arabayı terkedip noktaya depar attık ve 5 dakikada ulaşarak günün son ışıklarıyla kayıtlarımızı yaptık.
8’de 8 dostum! Bir projemizi daha başarıyla bitirdik. Doğrusu sıkı iş başarmıştık. Geriye Ankara’da etkinliğimizi kutlamak kalıyordu.